Doğrusu Türkiye'den başka bir yerde söylendiğini duymadığım, kimin tarafından da icat edildiğini bilmediğim o meşhur lafa göre, siyaset boşluk kabul etmez. Peki demokrasi eder mi? Türkiye gibi siyaseti demokrasiden ayrı düşünen toplumlarda bu tür sorular kimsenin aklına gelmemektedir ama onu da aynı fizik kuralından hareketle ben yanıtlayayım: etmez!
Etmediği içindir ki, Türkiye'de şu son 15 yılda bir Kürt partisi kapatıldıktan hemen sonra bir başkası kurulmuştur ve aynı şey bir kez daha cereyan etmektedir. DTP, şimdi Meclis'ten çekilmektedir ama yarın başka bir oluşum içinde yeniden kendisini ve temsilcisi olduğu kitleyi parlamentoya taşımanın yolunu bulacaktır.
Çünkü parti kapatmak, bütün o şiddet terminolojisi bir yana, modern siyasetin en temel var oluş gerçeğini ortadan kaldırmaktır. O temelden belirleyici olan unsur temsildir. Modern siyaset talep edebilmek, bu talebin temsille parlamentoya taşınmasını sağlamaktır. Bir parti kapatıldığında bu gerçek ortadan kaldırılmakta, belirli bir kitlenin temsiline son verilmektedir. O şartlar altında bir ülkede hâlâ demokrasiden söz edilebilir mi?
Burada Anayasa Mahkemesi'nin DTP'ye dönük aldığı son karara değinmeye gerek yok. Sadece şunu söyleyerek geçelim: aynı mahkeme AK Parti hakkında karar verirken onu laiklik karşıtı hareketlerin odak noktası sayma iradesini göstermiş ama partiyi kapatmamıştır. Kendisini temel konularda artık kesin bir karar koyucu olarak gören Anayasa Mahkemesi'nin tam da otuz yıldır devam eden bir sorunun ilk defa bu derecede kararlı bir biçimde çözülmek istendiği, hiç değilse bu yaklaşımın tartışıldığı bir dönemde DTP'yi kapatması acaba kimin yararınadır?
Ortada şimdi bir demokratik boşluk vardır ve bu boşluk bizatihi Anayasa Mahkemesi'nce yaratılmıştır. DTP, Meclis'ten çekilme kararıyla onu büyütmüştür. Ama kararı açıklarken Ahmet Türk'ün söyledikleri önemlidir. Çekilmeyip 19+1 formülüyle kurulacak partiyi, mevcudu içine sindiremeyen parlamento nasıl sindirecektir, diye sorarken kim Türk'e "Haksızdır" diyebilir?
Şunu da saptamak gerekiyor: Türkiye'de aslında adı koyulmamış bir mücadeleyi devlet de Kürtler de eşzamanlı sürdürüyor. Bu mücadele Abdullah Öcalan'la ilgilidir. Öcalan'ın ve PKK'nın Kürt siyaseti üstünde vesayeti, doğru yanlış, haklı haksız, tartışılmaz. Aynı Öcalan DTP'nin kapatılmasını umursamamaktadır bile. Sadece bir özgüven göstergesi olarak değil kendi kişisel iktidarının bir dışavurumu olarak bu tepkiyi göstermektedir. Kim diyebilir ki, Kürtler ve DTP, her şeye rağmen, bu vesayetin dışında demokratik, özgür, özerk, bağımsız bir siyaset yapmayı, hiç değilse şu veya bu ölçüde istemez? 2007 seçimlerinde AK Parti'ye G. Doğu da verilen oyların arkasında böyle bir arayış hiç yoktu denebilir mi?
Gelelim devlete. Onun için de sorun Öcalan'ı aşmak değil midir? Yıllar yılı böyle olmamış mıdır? Peki, açık, siyaset yapan, parlamenter bir DTP, Öcalan'ın aşılması için bir güç odağı anlamına gelmez miydi, gelmiyor muydu? Onun kapatıldığı bir ortamda istese de istemese de, muhatabı kalmamış siyasal iktidar sözünü, iradesini kime yöneltecektir?
Kimse meleklerin cinsiyetini tartışmasın ve bu soruya Kürt halkı demesin. Bugünkü dünyada öyle bir siyasal özne artık yok. Temsile dayanmayan bir siyasal bilinç yok. Tam tersine bu kapatılma kararıyla birlikte Öcalan bir kere daha pivot aktör konumuna gelmiştir. Bunu kimin yarattığı bellidir ama bundan sonra işlerin nasıl olacağı belirsizdir.
Demokrasi boşluk kaldırmıyor. İki iki dört!