Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Sokakların insan dili

Bu yazıya 'her yıl dolduğu gibi bu defa da ramazanın ve bayramın bir kısmında İstanbul'un iç mahallelerinde, kenar semtlerinde ve Beyoğlu'nun arka bölgelerinde dolaştım' diye başlayıp gördüğüm 'insan manzaralarını' anlatacaktım ki, dünkü Taraf'ta Murat Belge'nin neredeyse aynı sözcük ve cümlelerle başladığı çok güzel yazısını okudum. O da fırsat bulduğu her keresinde olduğu gibi söz konusu 'insan manzarası'nın en hazin tarafına, başıboş mayın gibi ortada dolaşan, küfürden başka bir şey bilmeyen, sekiz dokuz kelimeden müteşekkil cümle kuramayan, maçoluğa sonuna kadar batmış ve bunu bir marifet sanan 'toplum kurbanları'na değinmiş.
Benim de ele almak istediğim konu buydu. Etiler-Ulus-Bebek üçgeninin dışına çıkınca, hatta oralarda bile, çocuk denecek yaştakilerle ergenlik dönemindeki gençlerin hazin görüntüsü ve gerçeği öyle yok sayılacak gibi değil. İçinde bulundukları işsizlik-yoksulluk- eğitimsizlik çaresizliğini aşmanın tek yolu olarak bula bula kol kola girip sokaklarda salınmayı bulmuş olan bu kitlenin varsa eğer bir suçu herhalde o kitlede değil. Üç yaşındaki çocukların su, selpak sattığı, teraziyle insan tartmaya çalıştığı, kırmızı ışıkta duran arabaların camlarını silmeye çalıştığı bir toplumda onlara söylenecek bir tek laf olabilir mi? Daha farklı manzaralar görmek isteyenler de herhangi bir pazar günü çok uzağa değil Eminönü meydanına kadar bir zahmet gidebilirler.
Herhalde bu işin altında da Türkiye'nin 1950 sonrasında yaşadığı kalkınma hamlesinin en önemli boyutu olan büyük kente göçü aramak hiç yanlış değil. Cumhuriyet yönetimleri, hangisi olursa olsun, hem yoksul taşra kitlesinin devlet arazilerini yağmalayarak yok bir umudu tüketmesine göz yumdu ve bunu onları kendisine itaatkar tutmanın en önemli yolu olarak benimsedi hem de taşra ve metropol burjuvazisine aynı maksatla arazi spekülasyonu yaptırmayı. Sonunda 'devletine bağlı' bir toplum ortaya çıktıysa da veya hiç değilse başkaldırmayan, radikalleşmeyen, şiddeti kontrol ed(il)en bir toplumsal dokuya ulaşıldıysa da bu ortada salınan kitlenin gerçeğini inkar ettiremez.
Şunu kabul edelim ki, Türkiye, yıllar yılı insanlarına, onların 'küçük sermaye birikimi' aşamasında olmalarından kaynaklanan ve gene Marx'ın 'küçük burjuva radikalizmi' adını verdiği, bulduğu her şeyi önüne çekme, kendi mülkiyetine geçirme tutkusundan türeyen bir heyecanla daha baştan kabul edeceklerini bildiği bir umudu sattı. Bu Ecevit dönemlerinde alt orta sınıfların, işçi sınıfının, göçerlerin, lumpenlerin tükettiği umuttu, Demirel dönemlerinde o sınıfların yarı milliyetçi yarı mülkiyetçi gelecek umudunu içeren kalkınma-büyüme söylemi.
Şimdi bu umut tellallığının bambaşka bir noktasında duruyoruz ve belki bazı doğru yapılan şeylerden söz edilebilir. Mesela göçerlerin (bütün gayrı meşru düzenlere rağmen) yerelleşmesi, mahalli yönetimlerin sistematikleşmesi, taşra burjuvazisinin kısmen taşrada muhafaza edilmesi gibi. Ama bunların ölçüsü ne olursa olsun şu iki gerçek değişmeden olduğu yerde çeki taşı gibi duruyor.
Birincisi Türkiye artık çok büyük iddiaların sahibi. Çok güzel bir şey bu. Ama bunu sağlayacak bir beşeri dokuya sahip mi değil mi çok ciddi bir sorudur. Hırslı, değindiğim nedenlerden ötürü kör bir umudu hiç yitirmeyen bir büyük kitlenin mevcudiyetini biliyorsak da bu yeterli mi?
İkincisi Türkiye sermayesi yetersiz her toplum gibi yatırımla üretim arasında kaldı. Kaynaklarını daha ziyade üretime teksif etti, yatırımı erteledi. Eğitim onların başında geliyor. Niceliği/sayısı daima niteliğin/kalitenin önüne aldı, bu meyanda elitlerini bile tahrip etmekten çekinmedi. O nedenle de sonunda burjuvazisinin bile kendisine öfke duymasına ve kendisini sadece sağılacak bir varlık olarak görmesine yol açtı.
Gele gele hep aynı soruna geliyoruz: eğitim ki, bu da Murat Belge'nin yazısının yanı başında yer alan Yasemin Çongar'ın yazısında çok güzel özetlenmiş. 650 bin çocuğuna gereken eğitimi veremeyen bir ülke, bir devlet söz konusu. Ötesini nasıl konuşacağız?
Bakmasak da aynalar duvarlarda asılı duruyor.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA