Engin Ardıç geçenlerde çok güzel bir yazı yazarak sigara yasağıyla birlikte kahvehane kültürünün Fransa'da erimeye başladığını, bizdeki kahve dünyasının da yavaş yavaş aynı yola gireceğini belirtti.
Ardıç'ın Fransa'yla ilgili gözlemleri doğru.
Ben de iki yıl önce bir kahvede otururken Paris'te, ansızın kimsenin sigara içmediğini fark etmiş ve yanımdaki arkadaşıma bu durumu hayret içinde söylemiştim. Çünkü 1990'lı yılların başında Fransızlar gene kapalı mekânlarda sigara içmeyi yasakladığında oradaydım ve yasağa o defa nasıl uymadıklarını hem şaşarak hem de anlayarak görmüştüm. Fakat artık köprülerin altından çok sular aktı. Sigara yasağı bu defa bizde de dikkatle uygulanacak, kolay kolay delinmeyecek.
Bu yasak dünyanın başka yerlerinde de uygulanıyor ve çok müessir. Hele Amerika'da. Oraya gidip gelenler bilir. Şimdi bazı eyaletlerde kaldırımlarda içilmesi bile yasaklanıyor. Bu demektir ki, artık eski Fransız filmlerinde gördüğümüz gibi sokakta yürürken bir kahveye girip "çinko"nun (tezgâhın) üstünde bir "ekspres"le (kahve) derin derin soluklar çektiği sigarasını içen tiplere, gece yarılarından sonra caz barlarda tek başına sigarasını içen, dumanlar arasında, siyahlar giymiş, hüzünlü kadınlara, yediği güzel yemekten sonra yan tarafta bir başka köşeye çekilip kalın purosunu yakan insanlara rastlamayacağız.
Haksa, kimin hakkı?
Hayatında hiç sigara içmemiş (sigarayı yer gibi içenleri anlamamış, hele dumanı burnundan çıkanlara öfke duymuş) ama çeyrek yüzyıldır çok büyük bir hayranlık duygusuyla içtiği puroları da bu yasağın dışındaki nedenlerle bırakma evresine gelmiş birisi olarak sigaracıları da yasakçıları da çok iyi anlıyorum. Ama açık söyleyeyim gönlüm kesinkes yasakçılardan yana. Çok yıllar önce otobüslerde sigara içilen günlerde bir İstanbul-Ankara gece yarısı otobüsünde daldığı birkaç dakikalık uykudan silkinip sigarasını ateşleyen adamı anımsıyorum. Yan koltuktaydı. Nihayet dayanamayıp ikaz ettiğimde, çok şükür anlayışla karşılamış, özür dileyerek söndürmüştü sigarasını. "Sana ne kardeşim" dese hakkımızı savunacak hiçbir makam, merci, kural söz konusu değildi. Şimdi 25 sene sonra intikamımı alıyorum demeli miyim?
Hazlara sınır çekmek...
Biraz öyle biraz değil. Kapalı ve toplu yaşanan yerde içilen sigarayı savunmayı gerektiren hiçbir kural yok. Ekspress dergisinin son sayısında yer alan, sigara yasağına karşı hazların özgürlüğünü ve onları bir direnme alanı olarak savunan yazıları büyük bir zevkle okudum ama gene de ikna olmadım. İnsanın kendi kontrolü içinde hatta belki de kendi kendisini tahrip duygusu içinde sürdürdüğü zevk hayatına diyecek bir şeyim yok ama sigara konusunda işler epey farklı. Pasif içiciliğin zararlı olmadığı görüşüne de katılmıyorum, çünkü. Belli bir düzeyin ötesinde beni bu derecede rahatsız eden ve bunaltan bir başka "zevk"e ne şahit olmak istiyorum ne de muhatap.
Yasak yumuşatılamaz mı, yasağın sınırları biraz daha genişletilemez mi? Pek sanmıyorum.
Çünkü Ekspress dergisi haklıdır, bu işin içinde kapitalizmin matematiği büyük bir rol oynuyor. Sigara ve tütün onca saltanat sürdürdükten ve onca reklama muhatap olduktan sonra nasıl bu noktaya geldi derseniz cevabı çok açıktır: özel sağlık sigortası şirketlerinin dayatmasıyla. Tütün ürünleriyle kanser arasındaki ilişki bulunduktan ve kanserin bunca yaygınlaşmasından sonra hatırlandı ve uygulandı yasaklama. Buradan geriye dönüş ancak çok radikal koşullarda olacaktır.
Köy kahvelerinde nasıl olacak deniyor? Onu bilmem. Bilinçlenme böyle bir şeydir. Bir süre sonra oralarda da denetimler, ister resmi ister şahsi, başlayacak ve sigara da sigaralı kahve sosyalleşmesi de hayatımızdan çıkıp gidecek.
Hayatının kırk yılını kahvelerde geçirmiş, geçiren birisi olarak söyleyeyim: çalışırken içtiğim güzel puroların tadını ve verdiği hazzı unutmam, inkâr etmem ama sigarasız kahve hayatım ötekinden her anlamda misli misli zevklidir.