Başımı nereye çevirsem, yerli yabancı medyada, bir saat reklamıyla karşılaşıyorum. Sadece yerli dergilerde değil yabancı dergilerde de böyle bu iş. Hepsinin de neredeyse ortak bir özelliği var: evrensel anlamda tanınmış birisinin reklamı yapılan saati kullanmasını sağlamak. Zahir, bizim de onlara özenmemiz murat ediliyor.
Öte yanda, bakıyorum, eşim dostum, neredeyse her gün, hatta sabah akşam bir başka saat takıyor. İkincisi, belki daha çarpıcı olanı şu: kol saati denen nesne neredeyse artık duvar saati büyüklüğüne erişti . İnceden ince saatler ortadan kalktı. Herkes koskocaman bir kütleyi kolunda sallandırıp duruyor. Gömleğin, ceketin onları örtecek takati olmadığı için de şimdi insanların saati kendilerinden önde/önce gidiyor.
Zamanın saati
Saat modernitenin bir 'icadı.' Ondan asırlar önce de var saatler elbette. Fakat gündelik hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelmesi, meydanlara, duvarlara, yapıların girişine yerleştirilmesi özellikle 19. yüzyılda sanayi devrimiyle birlikte başlıyor.
Malum nedeni tek kelimeyle özetlemek mümkün: disiplin. İnsanlar hayatını saate göre tanzim etsin! Sanayi devrimi dediğimiz ve onun bir icadı olan Fordist üretim metodu da budur: zamanın birimler halinde yaşanması. Giderek de saatsiz bir hayat yaşanamaz hale gelince önce cep sonra kol saatleri icat oluyor. Bugün bakın kol saati reklamlarına. "En eskisi biziz" diyenler bile ancak 18. yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkmış.
Kişisel saat başlangıçta bir ziynet. En tanınmış markalardan ve gerçekten nefis saatlerin üreticisi, kıskanarak izlediğim Breguet'ye bakarsanız 1804'te benim en büyükler arasında saydığım ve bestelerinden bazılarını Osmanlı müziğinin en müstesna parçası olarak gördüğüm III. Selim bile onlardan bir saat istemiş. Sultan eline geçen saati çok beğenince Ali Efendi bir mektupla ikincisini de sipariş etmiş. Fakat ilginç olanı şu ki, o devirlerde herkesin bir saati yok. Saat babadan oğla geçen çok nadir bir ziynet eşyası. Ben de çok uzun süre babamın gençliğinde kullandığı Omega'yı kullandım. Şimdi de onun armağanı olan bir başka Omega'yı (çok ince olduğu için) çok büyük bir zevkle takıyorum.
Saatin zamanı
Aradan geçen ve bizi 20. yüzyılın sonuna taşıyan sürede iki şey ortaya çıktı: bir, Swatch'ın öne fırlamasıyla saat ziynet olma özelliğini yitirdi. Benim ' oyun dönemi' ( ludic ) dediğim postmodern zamanlarda insanlar üç kuruşa birbirinden ilginç, albenili, cıvıltılı saatlerin sahibi oldu. Çünkü, zaman artık insanlar için disiplinden başka anlamlara geliyordu. ostmodern dönem özünde modernist disiplinin zincirinden boşanmasıydı.
İkincisi, küreselleşmenin getirdikleri. Küreselleşme dediğimiz şey gelir eşitsizliği, zenginin daha zengin olması demek. Bu artık o derecede saklanmaz bir düzeyde ki, insanlar eskiden olduğu gibi, servetlerini gizleme ihtiyacı duymuyor. Tam tersine, bugünün burjuvası servetini kullandığı markalarla ortaya saçan, karşıdakinin gözüne sokan birisi. Hal böyle olunca, nasıl her yerde uluorta, bağıra çağıra cep telefonuyla konuşuyorsa, aynı şekilde, saati ne kadar büyükse ve ne kadar temel işlevinden uzaklaşmışsa o kadar önem kazanıyor. Yanlış anlaşılmasın: zaman saat üretimine daha çok şey kattı ve elbette bugünkü saatlerin sahip olduğu "hassasiyet" (precision) daha önceki dönemlerden çok ileride. Ama kullanan için bu önemli değil. Araba söz konusu olunca da durum aynı değil mi? Yoksa ne anlamı var dar sokakta " hummer " arabaya binmenin?
Eh, " görsellik ve vitrin çağı "nda saatin de bu kadar macerası olacak ama ben gene de Puşkin'in Yevgeni Onegin'de tarif ettiği o incecik Breguet saati merak ediyorum doğrusu ve Swatch'ları bütün o çeşit bolluğu ve ucuzluklarıyla çok daha demokratik buluyorum.