Kemal Derviş Cenevre'de Ticaret İçin Yardım toplantısında bir konuşma yaptı, son derecede çarpıcı rakamlar verdi, dünya ekonomisindeki çarpıklığı açıkça gösterdi. Erdal Şafak da pazartesi günü Sabah'taki yazısında bu konuşmaya, hatta onun kapsamadığı fakat içinde yaşadığımız hazin durumu belgeleyen diğer olgulara da değinen bir yazı yazdı.
Derviş'in konuşmasında zikrettiği ve gerçekten her okuyanı alt üst eden rakamları buraya almayacağım. Dileyenler Şafak'ın yazısındaki mükemmel özeti okuyabilir. Ben sadece Şafak'ın son cümlesinde sorduğu bir soruya genel anlamda bir yanıt vereceğim. Şafak, yazısını "nasıl bir dünyada yaşıyoruz" diye bitiriyordu.
Sol özürlü dünya
Bu sorunun yanıtı benim için son derecede açıktır: solun olmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Yakındığımız, aşılmasını istediğimiz onca sıkıntının, kısıtlama ve sakıncanın altında yatan, hiç böyle konuşan birisi olmamama karşın "tek neden" diyeceğim, sol muhalefet-müdahale-seçenek eksikliğidir ve bunun lamı cimi yoktur.
Bunu söylediğim zaman dünyanın birçok bölgesinde, mesele Latin Amerika'da solun iktidarda bulunduğunu veya İngiltere'de iş başındaki hükümetin İşçi Partisi'ne ait olduğunu elbette unutmuyorum. Fakat bu bana yetmiyor.
Yetmemesinin nedeni, solun dünyanın kapitalist karar merkezlerindeki eksikliğidir.
Sola yer beğenmek
Latin Amerika solunun dramı da bence buradan kaynaklanıyor. Elbette Latin Amerika'da da kapitalist bir çekirdek vardır, elbette o kıtada da kapitalizmin gözü dönmüş kar maksimizasyonu kaygısı son derecede çarpık bir sömürü düzeni yaratmış, bunu eşi menendi olmayan bir eşitsizlikle iç içe geçirmiştir. Ama buna rağmen Latin Amerika gerek sermaye yoğunlaşması açısından, gerek karar ilişkileri yönünden, gerekse de çokuluslu firmaların odak noktası olmak bakımından Batı ile kıyaslanamaz.
O bakımdan Latin Amerika solu, dünya solunun, baştan beri en büyük çıkmazına bir kez daha işaret etmektedir: tıpkı Sovyetler Birliği'nde olduğu gibi orada da sol iktidar, azgelişmişliği kırmanın, aşmanın bir aracı olarak zuhur etmekte, kısa zamanda da bürokratik bir yapıya dönüşmektedir.
O açıdan bakarsanız Çin de sol bir yönetime sahiptir . Ama aynı Çin'deki milyoner-gelir eşitsizliği kapitalizm merkezlerinden daha geride değil daha ileridedir. Hatta, diyebilirim ki, azgelişmiş ülke solculuğunun yarattığı düzensizlik iyi kötü o "terbiye"den geçmiş, sınıf savaşları tarih ve bilincine sahip Batı'dan daha dehşet verici boyutlara sahiptir. Çünkü, bu toplumlarda, bir de demokrasi eksikliği gibi bir facia söz konusudur. Yani çevredeki değil merkezdeki soldur önemli olan.
O zaman...
İş dönüp dolaşıp kapitalist üretim ilişkilerinin kar maksimizasyonu etrafında düğümlendiği ve şirketyönetim ikilisiyle biçimlendiği metropollerdeki sol muhalefete gelip dayanmaktadır.
Bu, içinde yaşadığımız ve 1990'lardaki hukuksal açılımları bir yana, dünyayı yeni bir sömürgecilikle yağmalayan küreselleşmenin yıkımlarına karşı koyabilecek tek direniş odağıdır. Kaldı ki, sol sadece bu da değildir. Bunun çok ötesinde bir yeni dünya tasavvurudur. Yeni bir insan/lık bilincinin hakimiyetidir. Topyekun bir toplum tasavvurudur sol. Kapitalizmin ufku bu özellikleri taşıyan bir solun ufku kadar asla geniş olamaz. Çünkü sol öncelikle kapitalizmin içermediği bir ahlak anlayışından hareket edecektir ve "eşitlik" kavramı bu nedenle onun belkemiğini oluşturacaktır. Bugünkü dünyanın ihtiyaç duyduğu şey de budur.
Solun olmadığı bir dünya taşların bağlandığı, köpeklerin ortaya salındığı bir köy meydanıdır.