Pakistan'da olanları bizim basını izleyerek anlamak çok zor. Oysa,
Lonodn Review of Books'ın 4 Ekim 2007 tarihli nüshasında gençliğimizin 'sıkı' solcularından ve 1968 kuşağının en etkili kalem ve kişiliklerinden, Pakistanlı İngiliz entelektüel Tarık Ali'nin ' Pakistan Sorunu' başlıklı yazısı her şeyi yerli yerine oturtuyor.
Tarık Ali'nin uzun yazısında sorun haklı olarak gelip Amerika'da düğümleniyor. Nasıl düğümlenmesin? O Amerika ki, Pakistan'da işbaşına gelmiş Pervez Müşerref'e dinci oluşumları engelleyeceği kanısıyla siyasal ve nereye gittiği bilinmeyen 200 milyon dolar bir ekonomik destek vermiştir.
Müşerref'in bu parayla ne yapacağı belliydi: Pakistan'da yükselmiş olan İslami 'terör örgütleri'ni yok edecekti. Pakistan'a komşu Afganistan'da üslendiği anlaşılan ve gene Pakistan'da da etkinlik gösteren bu terör odakları kurutulursa Müşerref'in antidemokratik rejimi meşrulaşacaktı. (Bunların hayal ve safsatadan ibaret olduğunu Müşerref iş başına geldiğinde o tarihte yazdığım Radikal'deki yazılarımda enine boyuna işlemiştim.)
Bugün gelinen noktada ABD, belki seçimlerin zamanında yapılmasını istiyor, belki diğer uygulamalarının sertliğinden yakınıyorsa da Müşerref'e verdiği genel desteği azaltmamıştır.
Tam tersine aynı mantık doğrultusunda Müşerref'i desteklemektedir. Çünkü, geçen ağustos ayında Kızıl Cami olayları meydana geldi, canlı bombalar askeri hedefleri vurdu, Müşerref rejimine karşı sivil çevrelerden de güçlü tepkiler geldi. ABD bu rejimi kaybederse orada büyük bir vakumun doğacağından ürkerek Müşerref'e bütün bütüne teslim oldu.
Üç olumsuz koşul
Tarık Ali'nin bu sürece temel itirazı şu: Ali'ye göre devlet istemediği takdirde Pakistan'da cihada dayalı bir el değiştirme uzak bir olasılıktır.
İkincisi, ABD'nin şimdi yakındığı İslamlaşma zamanında gene Amerika kontrolünde ortaya çıkmıştır. General Ziya ül Hak'ın Enformasyon ve Eğitim Bakanlığı gibi makamları Cemaati İslami'ye devretmiştir ve sonuç beklenenin tam zıttı yönde gelişmiştir. Afganistan'da Rusları yeneceğiz diye ayaklananlara verilen ABD desteği İslamı o dönemde tek siyasi ideoloji haline getirmişti.
Üçüncüsü, ülkenin yönetici eliti, askerler, değişmez ve suiistimal batağındaki bir dizi politikacı ve nihayet devletin elindeki rantı kullanmak isteyen işadamlarından oluşmaktadır. Son altı yılda bu elit elde ettiği haksız kazancı sağlamak ve savunmakla zaman harcamış, devlet başkanı da bu işin bir parçası haline gelmiştir. Sadece bu elit değil orta sınıf, doktorlar, avukatlar, öğretmenler, küçük ticaret erbabı da rüşvetten, haksız kazançtan suiistimalden pay almakta, ülke tam anlamıyla bir kirlilik içinde yüzmektedir. Doğan büyük ahlaki boşluk ya porno film endüstrisi ya da İslami oluşumlarla doldurulmaktadır. Yani, İslamın yükselişi de etkinliği de bir tesadüf değildir.
Buna eklenebilecek son bir şey kalıyor: Müşerref ABD desteğiyle ayakta durduğu gibi, ABD de dünyanın her yerinde kendi istediği rejimin, kendi istediği koşullarda ortaya çıkmasına çalışıyor. ABD; dünyaya 'demokrasi' götürmek çabasında ve bunu yapabileceği inancında. Bunun için de kan ve gözyaşı dökmekten çekinmiyor. Bu yeni durumun adı da belli: Yeni Soğuk Savaş!
Düşünelim, üstünde!