Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Çok yaşasın romanlar

Dünya artık romanların ve edebiyatın dünyası değil. Gerek toplumun talebi gerekse sanatkültür üretmeye yatkın kitlenin eğilimi görsel alanlara kaymış durumda. Televizyonun ortaya çıkması ve gelişmesiyle birlikte bu oluşum kendini gösterdi. Belli bir dönemde neredeyse "doğal" bir şey olan bu görsellik bir süre sonra kapitalist kültür endüstrisi tarafından bir ideolojiye dönüştürüldü, dışına çıkılmaz bir çelik kafes haline getirildi.
Gene de edebiyat insanı çıldırtacak kadar etkileyici ve güçlü. Neredeyse her gün bir film seyreden birisi olsam da bu böyle. Öyle de olması gerekir. Çünkü, edebiyat, insanın derinliğidir, insanın kendini keşfetmesinin en etkili aracıdır. İyi edebiyat özünde felsefedir. Görüntünün uçuculuğuna karşın edebiyatın kalıcılığı onu insanlığın ortak belleği haline getirir. Sanıldığının tersine insanın tarihi görsellikte (mesela belgesel filmlerde, görüntülerde) değil edebiyattadır.

İyi edebiyat: iyi roman
"İyi edebiyat ne" diye sorulursa, yanıtı, "İyi roman" olacaktır. İnsanların artık okumaktan kaçındığı, korktuğu, ürktüğü romanlar. Doğrudur, ben de kabul ederim; roman okumanın çağı gençliktir. Romanların uçsuz bucaksız dünyası kadar bir genç insanı etkileyen ne olabilir ki? (Fakat bu satırları yazarken roman okuma tutkunlarının nedense hep erkekler olduğunu ayrımsadım. Haklı mıyım, yoksa yanılıyor muyum?)

Çeviri bekleyenler
Bunları geçen haftalarda art arda, hepsini de dostlarım aracılığıyla yurtdışından getirttiğim romanları okurken düşündüm. Çok beğendiğim ama benim romancım olmayan Llosa'nın son romanı ilginçti. her zaman ilgiyle okuduğum, son romanını da sevdiğim Ian MacEwan'ın kitabı fazla "naif"ti. Hala yaşayan en büyük 20. yüzyıl romancısı saydığım Michael Coetzee'nin kitabı güçlü, etkili ama şaşırtıcıydı. Bu yıl Man Booker ödülünü kazanan Anne Enright'ın romanı çok melodramatikti. Nihayet yaşlandıkça insanın kemale erdiğini söyleyen Philip Roth'un alter egosunu öldürdüğü romanı hüzünlüydü.
Bu romanları sayıp dökmenin hiçbir anlamı yok. Ama bir süre sonra hepsi Türkçeye çevrilecek. Okurlara müjdeler olsun. Onları bir yana bırakıp son günlerde okuduğum iki romanı söz konusu edeyim.

Ama ne kadın...
İlki, Binnie Kirshenbaum'un Tedirginliğin Kadınlığı isimli yapıtı ( Agora Kitaplığı) .Kirshenbaum'un daha önce de bir romanı Türkçeye çevrilmişti. Bana göre 20. yüzyıl insan trajiğini anlamanın en önemli yapıtlarından birisiydi Hester Yıkıntılar Arasında. Nazi kuşağına ait insanların çocuklarını Yahudi soykırımı, siyasal şiddet, faşizm karşısında sınıyordu. Ürperticiydi o kitap. Bu ise bir New York kadınının evliliğinden duyduğu bunalımı, kocasını birkaç erkekle birlikte aldatışını, hiçbir yerde duramayışını anlatan çok çağdaş bir kitap.

Bir roman yazmak
Çağdaş roman deyince Fransızların yerini tartışmamak olanaksız. Dünyaya romanı armağan eden ulus diyebileceğim Fransızlar artık İngilizAmerikan romanının tersine oldukça kısa ama yoğun metinler yazıyor. Francois Weyergans'ın Annemde Üç Gün (Can Yayınları) başlıklı romanı hem bir romancının yazma sürecini ve sancılarını, hem kadınların ördüğü bir dünya içindeki devinimini hem de bugünkü romanının evrilip geldiği noktayı göstermesi bakımından önemli. Hele bazı sayfaları var ki, çarpıcı.
İşte size iki roman; hayatı, insanları, tarihi daha iyi anlamak için. Çünkü romanlarda daima hayattan daha fazlası var.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA