Suriye'yle ipler gergin... İran'la ipler gergin... İsrail'le ipler gergin... Birkaç yıl geriye gidelim...
Türkiye, Suriye ile İsrail arasında arabuluculuk yapıyor. Yetkililer, bu iki devleti birbirlerine yakınlaştırmak için kâh birini ziyaret ediyor, kâh diğerini. O ülkelerden de bize gelenler var. Meselâ 2008'de İsrail Milli Savunma Bakanı Ehud Barak'ın gelişi, barış yolunda önemli bir adım olarak değerlendirilmişti. Biz Suriye ile İsrail arasında barış köprüsünün kurulmasını beklerken, önce Davos'ta "one minute" olayı gerçekleşti, daha sonra Mavi Marmara. Bırakınız arabuluculuk yapmayı, İsrail'le biz düşman olduk. Barışmak için özür ve tazminattan da öte, Gazze ablukasının kaldırılmasını talep edince, ilişkilerimizin düzelmesi bir sonraki bahara kaldı.
Suriye ile müthiş yakınlaştık; vizeler kalktı; komşu ziyaretleri gerçekleşti; ticaret hacmi çok arttı; akraba halklar ziyadesiyle memnundu. O tarihte Tayyip Erdoğan şöyle konuşuyordu: "Beşar Esad, Suriye'de liderlik yapabilme kapasitesine sahip en iyi isim. Ancak ülkede sistem sorunu mevcut. Esad'a yardımcı olup sistemi geliştirmek ve değiştirmek, hem bölge hem de dünya için çok doğru bir yol. Suriye'yi karıştırarak çözemezsiniz. Suriye'yi, Esad'a yardımcı olarak demokratik ve barışçı bir ülke haline getirebiliriz. Başka her türlü yol bölgede sıkıntıyı ve tansiyonu artırır."
Bugün ise, Suriye'nin bir numaralı düşmanıyız. Esad, bizi, Katar ve Suudi Arabistan'la birlikte Sünni ittifakının içinde görüyor. Tabii onlar da sınırımıza ait bazı bölgeleri PKK'ya teslim ettiler. Nereden nereye savrulduk öyle değil mi!
Sene 2010... İran ile nükleer takas anlaşması sağlansın diye canımızı dişimize taktık ve BM Güvenlik Konseyi'nde İran'a yönelik müeyyideler oylanırken, Brezilya'yla birlikte "barış bozulmasın" gerekçesiyle "Hayır" oyu kullandık. Batı'yı karşımıza alma pahasına İran'ı koruyup kolladık.