Askeri darbe dönemlerinden hesap sorulurken, CHP'nin mukayese yöntemiyle bugünkü yönetim için "sivil dikta" tanımını kullanması çok yanlış; inandırıcı da değil. Türkiye'nin demokrasisinde kusurlar bulunduğu, özgürlüklere aykırı pek çok sayıda kanun maddesinin varlığı, hâlâ 12 Eylül Anayasası'ndan kurtulamadığımız bir gerçek. Ama mevcut iktidarı "sivil dikta" diye nitelemek, askeri müdahalelere mazeret üretildiği izlenimini yaratıyor. Dün "askeri vesayet" vardı, bugün "sivil vesayet" var. Seçimle gelen bir iktidar, yetkisi olmadığı halde "durumdan vazife çıkaran" bir askeri yönetimle nasıl kıyaslanabilir? Bir ara, sürekli Hitler örneğini vererek ve onun da seçimle geldiği hatırlatılarak, iddialara dayanak aranıyordu. Bu örneği, Demokrat Parti'ye karşı 27 Mayısçılar da kullanmıştı. Biz daha o tarihte soruyorduk: "Demokrat Parti'nin SS subayları var mı?" Ya da, Reichstag yangınına benzer bir tertiple, bütün muhalif partileri devre dışı bırakıp, çok sayıda milletvekilinin tutuklanması kararı mı aldı?
AK Parti iktidara gelir gelemez, Birinci Ordu Komutanı Çetin Doğan da, Özel Kalemi'ndeki faksı kullanarak, kendisine bağlı birliklere, Almanya tarihini anlatan yazılar göndermişti. Bu fakslarda Nazilerin iktidara yürüyüşünün sebepleri izah ediliyordu. Metinler, AK Parti'ye göndermelerle doluydu. (Mehmet Baransu/ Tuncay Opçin- "Pirus" -Karakutu Yayınları)
"Sivil dikta" askerlerin kullandığı gerekçelerden biridir. 27 Mayıs'ta, üniversitedeki bazı profesörler ve İsmet Paşa yönetimindeki CHP kadrosu, darbeye mazeret üretilmesine katkı sağlamıştı. Kılıçdaroğlu da, aynı yolun yolcusu gibi görünüyor. Asır değişti; zihniyet değişmedi.