Zirve neticelendi. İçerideki görüşmeleri tam olarak yansıtmayan, hatta bir fikir dahi vermeyen sıradan bir açıklama yapıldı: "...Meselelerin anayasal düzen ve kanunlarımız çerçevesinde çözüme kavuşturulacağından vatandaşlarımızın emin olmaları ve bu süreçte kurumlarımızın yıpranmaması için herkesin sorumluluk bilinciyle hareket etmesi gerektiği hususları vurgulanmıştır."
Elbette sorunlar, kanun ve anayasa çerçevesinde çözüme ulaşacak ve elbette, kurumların yıpranmamasına özen göstermek gerekiyor. Ama kurumları yıpratan, aslında hadiseler. Darbe teşebbüslerinin üzerine gidilince ve kişiler gözaltına alınıp, sonra da tutuklanınca, Türk Silâhlı Kuvvetleri yıpranmış oluyor. Bu noktada, savcılardan, sorguladıkları kişilere daha büyük özen göstermeleri istenebilir. Meselâ, eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk'un dediği gibi, "istisna, kural haline getirilmemeli." Gözaltı süresi 4 gün ise, her defasında, kişiler, 4 gün gözaltında tutulmamalı; en kısa sürede ifadeleri alınıp, karar verilmeli. Bu bir örnek. Tutuklama konusunda da, daha büyük bir hassasiyet sergilenebilir. Tedbir mahiyetinde olan tutuklama, cezaya dönüştürülmemeli.
Öte yandan, özensiz uygulamalar, sadece, darbe iddiasıyla yargılananları hedef almıyor. Dün Sedat Ergin, yazısında, (Hürriyet) bazı rakamlar vermiş. Cezaevinde 117 bin mahkûm var; bunlardan 56 bininin cezası kesinleşmiş; 19 bini ise hüküm giymiş ama dosya Yargıtay'da; buna mukabil, 41 bin tutuklu mevcut; henüz hüküm giymemişler, yargılanıyorlar.
Usul de, esas kadar önemliyse, tutuklanan subaylarımız gibi, 41 bin tutuklunun da durumu dikkate alınmalı. Gerçekten ülkemizde, hâkimler, tutuklama kararlarını, kurallara uysun uymasın, hemen verebiliyor. "Sui misal emsal olmaz"; dolayısıyla, "Ergenekon ya da Balyoz'dan yargılananlar da, diğerleri gibi uzun süre tutuklu kalsın" diyemeyiz. Aksine, başlayan tartışmayı, daha adil bir düzene geçmek için fırsat saymalıyız.