Mario Frangoulis... bir dünya starı; bunun da ötesinde şarkılarını dinlemeye doyamadığım güzel sesli tenor. Gelinim Meyra ile birlikte Ağustos'un 7'sinde Bodrum'da, 9'unda da İstanbul'da konser verecekler. Konser öncesi bir günlüğüne İstanbul'a geldi Frangoulis; Meyra ile Mehmet Ali'nin evinde bir akşam yemeğinde beraber olduk.
İlk izlenimler çok önemli. "Nasıl biri?" diye sorduğunuzu duyar gibi oluyorum. "Sevimli, güler yüzlü, konuşkan, kendinden emin ama, mütevazı"
Frangoulis'in acıklı bir hikâyesi var. Bunu, geçen yıl, Ayşe Arman'a anlattıklarından öğrenmiştik.
Büyük baba kaptanmış; 12 adadan biri olan Kasos'da yaşıyormuş. Bir gün ailesini alarak Afrika'ya göç etmiş. Babası, bir İngiliz sömürgesi olan Zimbabve'de (Rodezya) doğmuş. Babasının ilk eşi bir İngiliz; ondan 3 çocuğu oluyor. Sonra da, Frangoulis'in annesiyle evleniyorlar. 2 erkek çocuk dünyaya geliyor. Kendisinden bir yaş büyük ağabeyi Simon ile Mario. Anne ile babası sürekli kavga ediyorlar. Gürültü, patırtı, hatta dayak... Ve 4 yaşına gelince, annesi, Mario'yu, Atina'daki kız kardeşinin yanına bırakıyor. "...İşin kötüsü annem ve babam bana gerçeği söylemedi. Hiç unutmuyorum, mutfağa götürdüler, masaya oturttular ve dediler ki, 'Yolun aşağısına kadar gidiyoruz ama döneceğiz.' Gözlerinin içine bakarak sordum: 'Geri döneceksiniz değil mi?" Evet cevabını verdiler ama dönmediler. Yazın Yunanistan'da çok karpuz yenir. Masada ikiye kesilmiş, dışı yeşil, içi kıpkırmızı koskocaman bir karpuz bulunuyordu. O görüntü bu olayın simgesi oldu ve hiç gitmedi gözümün önümden. Ne zaman ikiye kesilmiş bir karpuz görsem fena olurum, bana ayrılığı hatırlatır."
Frangoulis'e, o sıkıntılı dönemleri tekrar sormadım. Sadece bir şey öğrenmek istedim: Genelde, sevgiden mahrum büyüyen çocuklar, hem kendilerine güvenmezler, hem de başarıya ulaşmakta zorlanırlar. Ama Frangoulis çok farklı. O, çektiklerinden ders çıkarmayı başarmış. Dünyada sıkıntı çekmeyen yok; Mario, kendi payına düşen acıları mağlup edip, ayaklarının üzerinde durabilmiş ve başarılı hamlelerle zirveye tırmanmış. "Çektiğim sıkıntılar beni daha sahici yapıyor" diye anlatıyor. "Başkalarıyla kıyaslıyorum ve kendimi şanslı buluyorum o zaman. Tabii, tedavi gördüm. 20'li yaşlara kadar kimselere güvenmedim. Özellikle, o küçük yaşta ağabeyim Simon'dan ayrılmak çok güç gelmişti."
***
Hüzün çöktü salona... küçük Mario'nun yaşadıklarının hüznü. Hemen farklı bir konuya geçtim.
- İyi bir mesleğiniz var.
-Şarkı benim mesleğim değil, bütün hayatım.
Ve hemen mırıldanmaya başlıyor:
"Non rien de rien. Non je ne regrette rien" (Hayır hiçbir şeyden pişman değilim) Edith Piaf'ın bir şarkısı. Benim Fransızca müzikten hoşlandığımı anlayınca, devam ediyor. Tabii sadece birkaç cümle:
"Ne me quitte pas" (Beni terk etme),
"Et maintenant que vais-je faire... (Şimdi... sen yokken, benim hayatım olan bu kadar zamanı ne yapacağım) Her an, her yerde şarkı söylemeye hazır. İtalyanca, İspanyolca, İngilizce, Fransızca, her dilde 2 bin şarkı biliyor. Bunların 300 adedini CD, kaset ya da plak yapmış. Onu sahnede seyretmiştim; son derece dinamikti.
-Ben sahnede kendim gibi davranırım. İçimden ne gelirse öyle konuşurum. Hiç yorulmam. Birkaç şarkıdan sonra sesim ısınır, 20 şarkı söyledikten sonra, sonsuza kadar sahneden inmeyebilirim.
5-6 yaşından beri şarkı söylüyor.
-Başarılı olmak için doğru insanlarla çalışmak önemli. Sebat etmek, sabırlı davranmak, hiçbir zaman pes etmemek. İlk başlarda insan kendisini biraz güvensiz hissedebilir. Ben de, Pavorotti'nin ya da Boticelli'nin izinden mi gitsem diye bocaladım durdum. Ama mühim olan kendi yolunu bulmak. Kendi stilini yaratmak.
***
1988'de Maria Callas bursunu kazanması hayatının dönüm noktası olmuş. Aklında sınava girmek filan yokmuş. Bir arkadaşı Rigolettayı çalışıyor, o da tenor sesiyle eşlik ediyor:
"La Dona e Mobile." O kadar etkileyici ki, arkadaşı
"3 gün sonra sınav var, mutlaka sen de katıl" diye ısrar ediyor...
"olur mu, olmaz mı" derken üç günde üç arya öğreniyor ve bursu kazanıyor
Tiyatroya da zaafı var. Bu yüzden drama eğitimi almış. Sefiller, Phantom of the Opera, Batı Yakası Hikâyesi gibi müzikallerde başrol oynamış.
Frangoulis ilk defa 2006'da İstanbul'a konser için geliyor. Uçak, İstanbul'a inerken, Boğaziçi'ni görünce, öylesine duygulanıyor ki, gözyaşlarını tutamıyor. Anneannesinden İstanbul'un hikâyelerini dinleyerek büyümüş. Anneanne İstanbullu; Türkçe'yi su gibi konuşuyor. Daha sonra Korfu'ya gitmiş, orada evlenmiş; tam 13 çocuğu olmuş.
-Annem en büyüğü... Teyzemi de zaten annem büyütmüş. Anneannemle büyük dayım aralarında Türkçe konuşurlardı.
- Herhalde, terk etmek zorunda kaldığına göre, anneannenizin İstanbul'da pek güzel anıları olmasa gerek.
Mario susmayı tercih ediyor. Çünkü, o bir sanatçı. Güzelliklerden, sevgiden bahsetmek istiyor. Zaten, anneannesinden İstanbul'a ait hep güzel anılar dinlemiş. 2006 konserinde, Yunanca Bosphorus şarkısını söylüyor:
"Boğaziçi senin bütün suyunu içmek isterim."
Meyra, Mario'dan sesini muhafaza edebilmek için doğal reçeteler alıyor. Salep, bal ile karıştırılmış muz, ya da, zencefilli ılık su.
Merakımı yenemeyip, Mario'ya sordum:
"Neden Meyra'yı tercih ettiniz?"
-Menajerim bana tavsiye etti. Tanışmadan önce, birileri,
'Bu kız kendini Maria Callas zannediyor, yapamazsınız' diye beni caydırmak istedi.
'Bırakınız da kendi gözlerimle göreyim, söylenene değil, gözlemlerime inanırım' cevabını verdim. Ve Meyra'yı çok beğendim; sevdim.
***
Mehmet Ali Ilıcak, Frangoulis'in bir CD'sini çalıyordu hafif hafif. Mario'nun kulağına geldi. Kendisi olduğunu anlamadığı için,
"Kim bu, güzel bir ses" dedi. Hepimiz çok şaşırdık... Şaka mı yapıyor, ciddi mi... Israrla sordu:
"Kim bu?"
-Mario Frangoulis...
-Cidden kendimi tanıyamadım. Ben, CD'lerimi dinlemekten pek hoşlanmam. Çünkü, her an daha iyi yapabilirmişim, her an daha iyi söyleyebilirmişim gibi gelir. Huzursuz olurum.
Huzursuz etmemek için başka şarkılar koyduk.
Mario, Yunanlı... Meyra Türk... Türk-Yunan dostluğunun bir sembolü gibi duruyorlar. Ecevit'in şiiri aklıma geliyor:
"...Aramızda bir mavi büyü / bir sıcak deniz / kıyılarında birbirinden güzel / iki milletiz. /.../ Önce bir kahkaha çalınır kulağına / sonra Rum şiveli Türkçeler / o, Boğaz'dan söz eder / sen rakıyı hatırlarsın / Yunanlıyla kardeş olduğunu / sıla derdine düşünce anlarsın."