Belçika'da Hıristiyan Demokrat Parti'den milletvekili seçilen Mahinur Özdemir, Türk basınının büyük ilgisini çekti. Birçok kişinin aklına, seçildiği halde milletvekilliği yapmasına izin verilmeyen Merve Kavakçı geldi ve dolaylı yoldan da beni hatırlayanlar çıktı.
Başörtüsü tartışmasının o kadar içinde oldum ki, kimin, ne söyleyeceğini önceden kestirebiliyorum. Meselâ, bir bölümümüz şu düşünceyi seslendirebilir: "Atatürk çağdaş demokrasi demişti, işte çağdaş bir ülkede, Belçika'da, hiç kimse inançlarından dolayı ya da farklı kimliği sebebiyle dışlanmıyor."
Tabii bu görüşe cevap verecek olanlar da var: "Belçika, laiklik konusunda Türkiye'nin hassasiyetlerine sahip değil. Kaldı ki, Müslümanlık orada çoğunluğun dini de değil. Dolayısıyla, başörtüsünün kamu alanına girmesi, rejim açısından bir tehdit oluşturmaz."
Peki, bu düşünce tarzı ne kadar doğru? "Kamu alanı" derken, kamu otoritesinin icra edildiği alan mı kastediliyor? Ama bir milletvekili devletin memuru sayılabilir mi? Orada, devletin adına mı, yoksa milletin adına mı görev yapıyor? Devleti mi, milleti mi temsil ediyor?
Elbette, milletin iradesini... Halk, onu böyle beğenip seçtiğine göre, başını açması için nasıl zorlanabilir ki!
İtiraz seslerini duyar gibiyim: "Fakat başörtüsü, kadın-erkek eşitsizliğinin sembolü değil mi? Laik cumhuriyete bir başkaldırı anlamına gelmiyor mu?"
Ve tabii, buna da cevaplar hazır: "Bir kadın inancı gereği örtünüyorsa ve başının örtülü olmasını eşitsizlik saymıyorsa, dışarıdan ahkâm kesmek olur mu? 'Ben senin için neyin doğru olduğunu bilirim' tavrı, demokrasiye yakışıyor mu?"
- Ya laik cumhuriyet?
Laiklik, din ve vicdan özgürlüğü anlamına da gelmez mi? Kişilerin inançlarına karşı saygılı davranmak laikliğin gereği değil mi?
Bu tartışma, böyle uzar gider... İyisi mi, başınızı fazla ağrıtmayalım ve Mahinur Özdemir'e başarılar dileyelim. "Darısı Türkiye'nin başına" dersek, kızar mısınız acaba?