Türkiye'nin en iyi haber sitesi
İBRAHİM KALIN

Bitmeyen oryantalizm

The Economist dergisinin 23-29 Ocak 2010 sayısını karıştırırken 69'uncu sayfada bir resim ilişti gözüme. Resim hakkında bilgi verilmemiş ama bir Osmanlı haremini tasvir ettiği anlaşılıyor. 19'uncu yüzyıla ait, Avrupalı bir ressamın çizdiği bir resme benziyor. Resimde sakallı, sarıklı ve varlıklı olduğu anlaşılan bir erkek sedirde oturmuş. Önünde ve etrafında kadınlar ve hizmetçiler var. Kadınlar şuh halleri ve güzel kıyafetleriyle harem sahibi adamı cezbetmeye çalışıyor. O ise pek oralı olmuyor. Adamın yanında bir de ceylan var. Oda, pahalı mobilya ve kumaşlarla bezenmiş. Resimde güç, zenginlik ve cinsellik bir bütünlük oluşturuyor.
The Economist dergisinde bu resmin ne işi var? Konu Osmanlı imparatorluğu, Arap dünyası yahut yeni Osmanlıcılık değil. Konu, "gücün psikolojisi". Evet; yazının başlığı ve konusu gücün psikolojisi. Biri Hollandalı diğeri Amerikalı iki bilim adamının güç/iktidar, tahakküm psikolojisi ve ahlak üzerine yaptığı bir araştırmanın sonuçları ele alınıyor yazıda. Araştırmanın bulgularına göre güç/iktidar insanı yoldan çıkartıyor. Fakat gücü hak ettiğini düşünenler daha çabuk yoldan çıkıyor. İktidar hırsıyla kibir bir araya geldiğinde, derin bir ahlaksızlık tavrı çıkıyor ortaya.

Oryantalizm, iktidar ve şehvet
Bu araştırmanın bulgularının 19'uncu yüzyıl Avrupa ressamlarının oryantalist doğu tasviriyle ne alakası var?
Aslında alakası hem var hem de yok. Güç, ölçüsüz kullanıldığında insanı doğulu yahut batılı her toplumda bozar. Modern insanın güç karşısında kapıldığı azgınlık halinin maliyeti ortada. İki dünya savaşı neden çıkmıştı hatırlayın. Son olarak küresel finans krizinin özünde bir ahlak krizi olduğu, çünkü sınırsız kazanma hırsından kaynaklandığını din adamları değil ekonomistler söylüyor. Peki neden güç, iktidar, hırs, bozulma konularını ele alan bir yazının fonu olarak "doğu"yu tasvir eden bir resim kullanılıyor?
Müslüman ve doğu toplumlarını, duygularına teslim olmuş, iktidar ve şehvet düşkünü, rasyonel hareket etme kabiliyetinden yoksun bir sürü olarak görme alışkanlığı, Avrupa'nın ilk İslam algısıyla şekillenmiş.
Ortaçağlarda Peygamberimiz Hz. Muhammed ile ilgili şöhret bulmuş en büyük efsaneler, şiddet ve cinsellikle ilgiliydi. Onun -haşa- şiddeti ve şehveti kullanarak yarım akıllı çöl Araplarını kandırdığı ve yeni dinine soktuğuna inanılıyordu. Öyle ki Kuran'daki cennet tasvirleri bile materyalist bir ahiret olarak yorumlanıyordu. Hz. İsa'nın salt "uhrevi hayatı"na karşı Hz. Peygamber'in "dünyalı bir adam" olduğu söyleniyordu.

Akılsız Doğu!

Durum bugün çok farklı değil. Hollywood'un tepe tepe ve bıkıp usanmadan kullandığı iki konu var: şiddet ve cinsellik. İslam dünyası ve Araplarla ilgili tasvirlerde de aynı temalar kullanılıyor. Hz. Peygamber hakkında kasten gündeme getirilen hakaretamiz karikatürlerin de cinsellik ve şiddet temalı olması bir tesadüf değil. Popüler kültür ürünlerinde Araplar şiddet ve şehvet düşkünü, kanundan, nizamdan anlamayan, medeniyetten nasibini almamış kalabalıklar olarak tasvir ediliyor. Bu muhayyel doğulu, doğunun gerçeklerinden çok batının zihnindeki güç, şiddet ve şehvet güdülerini sembolize ediyor. Fakat kimse bu soyutlamanın aslında tersinden bir öykünmenin, bir süblimasyonun sonucu olduğunu görmek istemiyor.
Asıl tehlikeli olan, bu yaklaşımın siyasete ve dış politikaya da sirayet etmiş olması. Bush döneminde neo-konların terörizmle mücadeleyi meşrulaştırmak, yaptıkları işgalleri ve hukuk dışı uygulamaları haklı göstermek için en sık kullandıkları argüman, Arapların ancak şiddetin dilinden anlayan bir kitle olduğuydu. Karşınızdaki düşman irrasyonel bir aktörse, kullanacağınız yöntemlerin de irrasyonel olmasında mahzur yok demektir. Bush'un politika yapıcıları böyle düşündükleri için en yıkıcı yöntemlere başvurmaktan, ellerindeki gücü hoyratça kullanmaktan kaçınmadılar. Amerikan neo-konları arasında fikr-i sabit haline bu düşüncenin arkasında Dick Cheney'e akıl hocalığı yapmış Bernard Lewis gibi tarihçilerin olması da ayrıca düşündürücü.
Edward Said, oryantalizmin ürettiği imaj ve söylemlerin basit bir yalan, sahtekârlık, göz boyama olmadığını, tersine karmaşık ve inandırıcı bir imaj üretim mekanizması tarafından sistematik olarak biteviye üretildiğini ve yenilendiğini söylüyordu. The Economist'in güç, ihtiras ve ahlak konulu bir yazıya fon olarak bir harem resmini koyması Said'in bu tespitini doğruluyor.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA