Türkiye'nin en iyi haber sitesi
NİHAT HATİPOĞLU

Ben artık ısınamıyorum!

Hz. Mevlana şöyle diyordu: "Şems bana bir şey öğretti. Şems bana dedi ki, dünyada bir tek mümin üşüyorsa, ısınma hakkına sahip değilsin. Ben de biliyorum ki, yeryüzünde üşüyen müminler var; ben artık ısınamıyorum."
Hz. Mevlana, vicdan ürpertisini bir ustanın maharetiyle belleğimize böyle yerleştiriyor. Başkasını düşünürken, benliğini mahfiyetle göğe savurma, imanın en üst derecesidir. Onun için Allah'ın Resulü (s.a.v.) "İbadet ederken Allah'ı görür gibi ibadet et. Sen onu göremiyorsan da O seni görüyor. Onun gördüğünü düşün öyle ibadet et" buyurur.
Bakıp görememe, işitip duyamama, anlamazlıktan gelme, hissizliğe saplanma insanoğlunu sarmalayan en baş belası huy haline geldi. Eskiler buna "Allahtan gafil" olmak demişler. Karnı aç insan mı var, bir derde düşen mi var, bir yerde hak ve vicdan ihlali mi var, sana dokunmuyorsa engin ol. Geniş ol. Sana zarar vermedikçe hiç aklını takma. Hatta çile çeken veya aç olan, senin dininden ve ırkından değilse içten içe sevinebilirsin de.
Bu kahredici gafletin ve bağnazlığın sebebi, Rabden gafil olmaktır ki, Rabbinden gafil -habersiz- olan halktan da gafil olur. Kişideki Ene (ben) takıntısı firavunlaşmışsa kim ne yapabilir ki.

Ben lanet edici değilim

Hz. Resul'ün de katıldığı bir seferde Müslümanlar daralırlar. Putperestler, saldırırlar. Bir ara Hz. Peygamber'in (s.a.v.) yanına sokulan sahabeden biri mırıldanır: Ey Allah'ın Peygamberi! Allah sizin duanızı geri çevirmez. Bir beddua etseniz şu saldırgan güruh lanetlense de kurtulsak. Hz. Peygamber (s.a.v.) sahabenin bu isteğini reddeder ve şöyle buyurur: "Ben lanetlemek için gelmedim. Ben rahmet için gönderildim." Bu cümleleri kullanan Hz. Peygamber'in (s.a.v.) yüzünde saldırının ve aldığı darbelerin izleri vardı. En daraldığı yerde bu cümleleri kullanıyordu.

El-Vedud ismi aşkına

Rahmetli ninemin en çok okuduğu Yüce Allah'ın bu ismiydi. Bol bol 'ya vedud' derdi. Sonradan öğrendim. Vedud ismi, seven ve sevileni anlatırmış. Yani çok sevilen ve çok seven. Allah hem çok sevendir ve hem de çok sevilendir. Ve sonra anladım ki İslam'ın Allahkul- kâinat ölçeğinde anlattığı her şeyin, emrettiği her emrin, yasakladığı her şeyin temelinde "el-Vedud" isminin yansıması varmış. Tam bir mümin ol ki Allah'ı sevebilesin, tam bir Müslüman ol ki Allah seni sevsin.
Denir ki Leyla'nın aşkıyla deli-divane olan Mecnun çölde dolaşırken yolu bir köye düşer. Köyde namaz kılanın önünden geçer. Namaz kılan adam, selam verince büyük bir kızgınlıkla bağırır. Kör müsün be adam! Namaz kılanın önünden geçilir mi? Mecnun adamın namazının önünden geçtiğini yeni fark eder. Döner ve bağıran adama şu cevabı verir: "Ben Leyla'nın aşkına öyle bir haldeyim ki seni görmedim. Asıl sen kendine sor. Huzurunda namaz kıldığın Allah'ın aşkından beni nasıl görebildin."
"El-Vedud" ismiyle Yüce Allah'a hitap ederken bütün benliğinizi O'ndan uzak olmanın ateşi yakmıyorsa, insanlara merhamet bakışıyla bakamazsınız.

Fırtınalı günde rüzgâra yakalanmış gibi

Kalem ve kelamda Müslüman olmanın keyfini yaşıyoruz. Üşüyenle üşümüyoruz. Dünya bir buzula dönüşmüşse de, ayağımız ve başımız pek ise umurumuzda değildir. Menfaatimize dokunanı lanetin, bedduanın bin bir çeşidiyle cehenneme savuruyoruz. El-Vedud'un hiçbir yansıması hayatımıza uğramamış. Kırılmama aşkına kırıyoruz. Merhamet çemberimiz, aile bireylerimizin dışına taşmıyor.
Sıcak bir oruç gününün iftarında, susuzluktan kavrulmuş bir insan 'su' diyerek nasıl susuzluğa bir çare bulamazsa, Müslüman olanın da ben Müslüman oldum sözüyle kamil Müslüman olması mümkün değil. Susuz olanın susuzluğunu gidermesi için suyu içmesi nasıl lazım ise; mümin olanın da kemale ulaşması için müminliği yaşaması lazım.
Hz. Ali Hz. Peygamber'in (s.a.v.) sahabesini anlatırken şöyle bir tanımlamada bulunur: "Ben Hz. Peygamber'in (s.a.v.) sahabesini gördüm. Yüce Allah'ın ismi zikredildiği zaman aşırı rüzgârlı ve fırtınalı bir günde ağaçların rüzgârın önünde sağa-sola sallandığı gibi sarsılırlar ve akıttıkları gözyaşları sakallarından elbiselerinin üzerine damlardı. Oradan yere süzülürdü."
Onun içindir ki Hasan-ı Basri: Siz Hz. Peygamber'in (s.a.v.) arkadaşlarını görseydiniz bunlar delidirler derdiniz. Onlar sizi görseydi, bunlar Müslüman değil derlerdi" diyor. Ürpertici bir tanımlama ama bir o kadar da yerinde. Zira Peygamberimizin arkadaşlarının fedakârlığını, vefasını kendilerini adayışlarını, ibadete düşkünlüğünü görseydiniz bunlar deli mi ne derdiniz. Zira sizin pörsümüş dünyanızda hayatı bu kadar alaya almak ancak delilere mahsustu. Öyle sanırsınız. Güzelim temiz duygulardan o kadar uzaksınız ki.
Onlar ise sizi görseydi, sizin aç gözlülüğünüzü kavgalarınızı, birbirinizin kuyusunu nasıl kazıdığınızı, yalanlarla birbirinizi nasıl harcadığınızı, ahireti nasıl savurup attığınızı görselerdi, bunlar Hz. Muhammed'e (a.s.) inananlar olamazlar derlerdi. Hasan Basri bunu anlatıyor işte.

Müslümanlığınızı secdeye davet edin
İmanımızın, iman tashihine ihtiyacı var. Sağlam ve katışıksız bir iman lazım. Kuran'ı Kerim'in "ey iman edenler doğru iman edin" uyarısı, imanını kalıbına anlatamayana bir çağrıdır. Bizler egolarımıza fazlaca yönelmişiz. Evrenin merkezi olarak kendimizi görüyoruz. Güneşin, ayın, hatta dünyanın bizim etrafımızda döndüğünü zannediyoruz. Yaradılış fotoğrafını doğru göremiyoruz. Başkalarının da bizim kadar, biz olmaya hak sahibi olabileceğine ihtimal ve hak vermiyoruz.
İmanımız ve Müslümanlığımız, Kuran'da anlatılan iman ve İslam'ı yakalaması gerekir. Henüz uzağız. Onun için üşüyenle üşümüyoruz. Onun için el- Vedud'u yanımızda hissedemiyoruz.

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA