Yüce Allah'a yakın olan büyük insanlar, tenhada ve halkın içinde her daim Allah'la olurlardı.
İhtiyaçları olduğunda veya bir şeyden sakındıklarında değil, her an Yüce Allah'a yalvarırlardı.
Nimet geldiğinde yalvarışlarını ve tövbelerini çoğaltırlardı. Sıkıntı geldiğinde yalvarışlarını semaya iletirlerdi. Allah onlara dünyevi bir sevinç verdiğinde, dualarının, yakarışlarının arttığını görürdünüz.
Onlar ihtiyaç anında yalvarıp rehavet anında dua cümlelerini terk edenlerden değillerdi. Onları dua ederken görseydiniz, cehenneme atılacağından emin olan bir günahkâr zannederdiniz.
Yalvarışlarına kulak verseydiniz, biraz sonra idam sehpasına çıkacak bir suçlunun itiraflarını dinliyorsunuz sanırdınız. Gözyaşlarını görseydiniz, dünyanın bütün günahlarını işlediğini zannederdiniz.
Namazlarını görseydiniz, son nefesini vermeden kefene bürünüp kabrine bakınan bir insanın heyecan ve endişesini gözlemlerdiniz.
Onların semaya uzanmış dua avuçlarını görseydiniz, "emanına, güvenine ve kapına sığınmışım ey Rahim" diyen bir itirafçının halini seyreder gibi olurdunuz. Kendi dualarınızdan ve yalvarışlarınızdan utanırdınız. Sıkılırdınız.
Kişi içten geldiği gibi dua etmelidir.
İç âlemini, diline döküp yalvarmalıdır.
Bunu yaparken; yalın, açık ve net dua etmelidir. Hissetmelidir. Gerçekten istemelidir.
Günahından tövbe etmek niyetiyle dua ediyorsa, gerçekten pişman olarak dua etmelidir. Yoksa bunu yapmadığında; "Allahım cehennemden sana sığınıyorum, beni ateşten koru, beni kabir azabından sakındır" demesinin bir anlamı olmaz.
Bir şey arzu edip de bunun duasını yaptığında, arzu ettiğini gerçekten de arzu etmelidir. Ve arzu ettiğini elde edecek uygun ortamı sağlamalıdır. Ne demek ortamı sağlamak. Yani şu; Cenneti istiyorsan cenneti hak edecek işler yapmalısın.
Allahın sevgisini istiyorsan o sevgiye layık olacak bir halle huzura durman lazım.
Şefaat istiyorsan, şefaatini talep ettiğin Peygamber'in (s.a.v.) yolunu takip etmen lazım. içten dua, hak edilen dua, kabul edilecek dua derken işte bunu kastediyoruz.
Huzura öyle bir duracaksın ki, huzurunda olduğun büyük Zat -Yüce Allah- benim bu kulum affımı, kabulümü hak etti, desin. Ve senin yürekten yaptığın duayı kabul etsin.
Duanın kabulü için elbette ki kalbini ve dilini temizleyeceksin.
Kalbini Allahın sevgisiyle dolduracaksın.
Kalpte hem Allah sevgisi, hem şeytan sevgisi bir arada olur mu? Kalbini Allahın gayrisinden uzaklaştıracaksın.
Çirkin sözle bozduğun dilini, temizleyeceksin. Daha demin başkasına hakarette kullandığın dilini ve ağzını şimdi Yüce Allah'a yalvarmada kullanırsan, ne kadar samimi olabilirsin?
İçki içmiş ve yerlere serilmiş bir sarhoşun "Allah" dediğini gördüğünde; oturup başını dizine koyan ve ağzını yıkamaya çalışan Allah dostunun yaptığı bu değil miydi? Bu ağız Allah derken, içki kokmamalıdır, bu sarhoş, bu haldeyken kendini temizleyemez, bari ben onu temizleyeyim diyen yürek, aradığımız yürektir işte.
Büyükler Yüce Allah'a yalvarırken neden sakınırlardı ve neyi arzu ederlerdi. Bakın nasıl yalvarıyorlardı:
Hz. Ebu Bekir yalvarırken ne derdi; "Allahım! Bana sarsılmaz bir iman nasip et. İmanımda yakin olmamı nasip et. Sıhhat, afiyet ve halis niyet nasip et."
Hz. Ömer yalvarırken ne derdi; "Ya Rabbi! Amelimi salih amellerden eyle. Bana öyle bir ihlas nasip et ki, ibadet yaparken ibadetimin ve niyetimin içinde senden başka kimsenin payı olmasın." "Allahım! Bize afiyet ver. Bize dirlik ve düzen ver.
Allahım bizi affet." "Allahım! Şehid olacaksam benim ölümümü ömründe bir kez namaz kılmış veya bir kez imanla secde etmiş bir insana nasip etme ki, yaptığı o secdeyi ve kıldığı o namazı öne sürerek kıyamet gününde senin huzurunda benimle mücadele etmesin." Ve gerçekten de böyle oldu. Ateşe tapan -bir mecusi- Hz. Ömer'i namazdayken arkasından hançerleyerek şehid etmiştir.
Hz. Ali yalvarırken ne derdi; "Allahım! Biliyorsun ki benim günahlarım sana zarar veremez. Ve biliyorum ki, senin bana rahmetinle muamele etmen senin rahmetinden bir şey eksiltmez."
Hz. Bilal yalvarırken ne derdi; "Allahım! Günahlarımı bağışla. Hastalandığım günlerimi de günahlarımdan bir özür ve fidye olarak kabul et."
Hz. Fadala yalvarırken ne derdi; "Allahım! Senden kaderime razı olmayı ve öldükten sonra cennette rahat yaşamayı istiyorum. Allahım senin cemalini görmeyi, sana kavuşmayı ve bunun zevkini tatmayı istiyorum. Ya Rabbi! Yönümü ve yüzümü değiştirecek sıkıntılardan ve beni yoldan çıkarıcı imtihanlardan senin rahmetine sığınıyorum."
Hz. Abdurrahman bin Avf yalvarırken ne derdi; "Allahım! Beni nefsimin cimriliğinden muhafaza et. Çünkü nefsimin cimriliğinden ve açgözlülüğünden korunmuş olursam, ne hırsızlık yaparım ve ne de zina ederim. Ne de başka günah işlerim."
Hz. Abdullah bin Mes'ud yalvarırken ne derdi; "Ya Rabbi! Senden şirke bulaşmamış bir iman istiyorum. Ya Rabbi senden bitmez ve tükenmez cennetin nimetlerini istiyorum. Ya Rabbi senden elçin ve Peygamberin Hz. Muhammed'e (s.a.v.) komşuluk istiyorum."
Hz. Ömer'in oğlu Abdullah'ın yalvarması; "Allahım! Beni İslam üzerine yaşat. Sana ve Peygamberine itaat etmeyi nasip eyle. Allahım! Beni seni sevenlerden, Peygamberlerini, meleklerini ve iyi kullarını sevenlerden eyle. Ya Rabbi, beni Yüce zatına, meleklerine, Peygamberlerine ve iyi kullarına sevdir. Ya Rabbi cennete gidecek yolu bana kolaylaştır.
Beni cehenneme itecek bütün yollardan uzak tut.
Bu yolların tümünü kapat. Beni dünyada ve ahirette affet. Bağışla. Beni takvada önder kıl. Ya Rabbi, sen Kur'an'ında (Mümin, 60) şöyle buyurmuştun; "Bana dua edin ki ben de sizin duanıza cevap vereyim." İşte ben, senin bu sözüne güveniyorum. Senin sözünden caymayacağını biliyorum. Ya Rabbi bana lütfettiğin İslam'ı benden çekip alma. Ben ölünceye kadar beni dinin üzerinde sağlam tut. beni Müslüman olarak öldür Ya Rabbim..."
Onların dünyasında, korku, endişe ve istekler buydu işte. Ya sizin dünyanızda istekleriniz, endişe ve korkularınız nedir? Bunu bir tartar mısınız?