Ben, aktif dış politikayı her zaman savunmuş bir yazar olarak son 10.5 yıllık AK Parti dönemi dış politikasını genel hatlarıyla daima destekleyip takdir ettim. Zira rahmetli Özal'ın kısa dönemindeki gayretlerini mahfuz tutmak şartıyla, dış politikamız hiç Erdoğan devrinde olduğu gibi tesirli olamadı. Başta Başbakan Erdoğan olmak üzere; Başbakan, Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı sıfatıyla Gül ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu, on yıllık bir dönemde, sıradan bir Orta Doğu ve Balkan ülkesi olarak kabul edilen Türkiye'yi dünya çapında tesirli, 'küresel oyun kurucu' hâline getirdiler. Türkiye'nin yıldızının yükseldiği, dış politikanın bu altın döneminde, Prof. Davutoğlu, Başbakan Erdoğan'ın liderliğinde diplomasimize 'Stratejik Derinlik' kazandırdı ve Türkiye bu son dönemde dünya ülkeleri arasında her açıdan kendisine imrenilerek bakılan 'güçlü' bir ülke hâline geldi.
***
Dış politikada aktif ve başarılıyız ama bazı olaylar karşısında mütereddit davranmamız yüzünden çok önemli fırsatlar kaçırabiliyoruz.
Lider Erdoğan ve ekibinin bazen çok uzun devam edebilen çekingenliği bize pahalıya mal olabiliyor.
Beni
'şahin' olmakla itham eden ufuksuz, korkak ve câhillerin lâflarına aldırmadan, bu
'mütereddit' hâllerimizi kısaca iki başlık altında inceleyebilirim:
1. 1 Mart Tezkeresi: Aslında 1 Mart 2003'te reddedilen
Tezkere'nin çıkmasını ve
Irak'taki harekâta iştiraki,
Başbakan Erdoğan samimiyetle arzu etmiş fakat
'Grup Kararı' olmayınca
Tezkere çıkarılamamıştı. Buna mukabil, daha sonra çıkarılan 20 Mart Tezkeresi sonucunda bombardıman uçakları
Londra'dan kalkıp
Türkiye üzerinden
Irak'ı bombaladılar. Halbuki biz
Irak'a girseydik; 1 milyondan fazla
Müslüman Iraklının öldürülmesine mâni olur; terör örgütü
PKK meselesini kökünden halleder;
Türkmen soydaşlarımızın haklarını koruyabilir ve
Türkiye'nin ekonomik imkânlarını arttırabilirdik.
2. Suriye Meselesi: Aslında
Türkiye,
Suriye konusunda net bir tavır ortaya koyarak doğru bir politika uyguladı. Lâkin, huzurun temini hususunda gösterilen yoğun gayretler yetersiz kaldı.
Suriye'deki vahşî katliam için hep
'Seyirci kalmayacağız' dedik ama her defasında da seyirci kalmaya devam ettik. 200 binden fazla mâsum insan katliama tâbi tutuldu; milyonlarca kişi yaralandı, hapsedildi, evinden barkından uzaklaştırıldı ve
'mülteci' hâline getirildi. Uçağımız düşürüldü, topraklarımız bombalandı, pilotlarımız ve vatandaşlarımız şehit edildi; biz ise hiç tınmadık. 3.5 milyon
Türkmen soydaşımız katledilirken, sınıra yakın bölgelerde yaşayan 1 milyonun altındaki
Kürt kardeşimiz,
PKK terör örgütünce kandırılmaya çalışıldı. 900 km.'lik
Türkiye-
Suriye sınır bölgesi terörist yuvası hâline getirildi. Aldırmadık.
Bu arada, avuç içi kadar
İsrail,
Suriye'nin başkenti
Şam'ı ikinci defa bombaladı. Ne
İran, ne
Rusya, ne
Çin, ne de
Suriye'nin diktatörleri seslerini çıkarabildiler. Krizin başlangıcından beri
ABD,
AB camiası ve bütün medenî dünya bu
Suriye çıkmazını bizim çözmemizi bekliyor. Gerçekten de bu meseleyi ancak
Türkiye ve
Erdoğan halledebilir. Esasen de bu,
Türkiye,
Suriye ve bütün
Orta Doğu ve
İslâm câmiası için tek çıkar yoldur.
Suriye'deki katliamcı dikta yönetimini deviren ve yerine gelecek yönetimi tayin eden güç
Türkiye olmalıdır.
Başbakan Erdoğan'ın hafta sonunda
Kızılcahamam toplantısındaki yeminini bizzat yerine getirmesini bekliyoruz.
Başbakan aynen şunları söylemişti; '
Çocukların feryadı arşı inletirken, biz susan dilsiz şeytanlardan olmayacağız. Ey Beşar Esad, VALLAHİ bunun hesabını vereceksin!...'