Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN CELAL GÜZEL

Daima millet iradesinin yanındayız

Yeni Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, bizim her dönemde en önemli meselemiz 'millet iradesi'nin önceliği olmuştur. Cumhuriyet'in ilk yöneticileri tarafından ilân edilen 'millî egemenlik', 1950'ye kadar hiçbir zaman 'millete ait' olmamıştır. Egemen güçler, zorba, jakoben ve elitist bir zihniyetle millet iradesini horlamışlar, kişileri ve kurumları 'millî irade'nin üstünde tutmuşlardır.
27 Mayıs'ta başlayan 'Darbeler Dönemi'nde de 'millet iradesi' ve bu iradenin 'siyasî irade' olarak tezahürü hep geri planda tutulmuş; millet tarafından demokratik şekilde seçilmiş siyaset adamları, kendilerine bizzat millet tarafından tevdî edilen 'egemenliği', 'millet' haricindeki 'yetkili organlar' ile paylaşmak zorunda kalmışlardır. Nitekim 1982 Anayasası'nın 'egemenliği' düzenleyen 10. maddesinde bu hüküm vardır.
Bu çarpık antidemokratik zihniyet, siyaset dışı kurumlara, 'bürokrasi'ye, 'militarizm'e ve 'jüristokrasi'ye yol açmış; Türkiye'nin idaresi, böylece milletin iradesi dışında odaklanan tepeden inmeci güçlerin tesirine girmiştir.

***

1960 sonrasında, devlet içinde devlet konumuna gelmiş TSK, siyasallaşmış yüksek yargı, üniversiteler ve bazı devlet kurumları, millet iradesine ortak edilmiş, hattâ bu iradenin üzerinde kabul edilmiştir.
On yılda bir darbe yapan, muhtıra veren bir ordu, bu orduyu 'göreve çağıran' kara cübbeliler, âdeta bir siyasî parti organı hâline getirilen Anayasa Mahkemesi, Danıştay gibi yargı kuruluşları, millet tarafından seçilerek iktidara getirilmiş siyasî iradeye adım attırmamışlardır.
Lâkin, Başbakan Erdoğan'ın kararlı ve cesaretli demokratik mücadelesi neticesinde taşlar yerine oturmaya başlamış; bürokratik ve militarist vesayet kaldırılmış ve jüristokratik tahakküme son verilmiştir.
MİT
olayı, aslında 1960 sonrası sivil, asker ve yargı bürokrasisinin millî iradeye tasallut alışkanlığının son örnek olayı şeklinde cereyan etmiştir. İşin aslında, millet iradesi tarafından seçilerek teşkil edilen Hükûmet'in ve özellikle Başbakan'ın yetkilerinin gaspı yatmaktadır. Zira Başbakan, kendisine bağlı MİT'in faaliyetlerinden haberdardır ve bunun sorumluluğunu taşır. Nasıl ki Başbakan'ın ve Hükûmet'in Anayasa çerçevesinde belirli görev, yetki ve sorumlulukları varsa, bunun hesabı da usulüne göre sorulabiliyorsa, MİT'in faaliyetleri de bu çerçevede değerlendirilir.
Bu gerçeği bilmezden gelerek, Kanun'a aykırı şekilde (26. madde) sorgulamaya girişmenin, Başbakan'ı sorgulamaya çağırmakla hiçbir farkı yoktur. Bu da demokratik 'kuvvetler ayrılığı' ilkesine açıkça aykırıdır.
***

Şu bir bardak suda koparılan fırtınalara bir bakınız... Aslında bizim hukukî görüşümüze göre, MİT Kanunu'nda madde değişikliğine de lüzum yoktu. Bu değişiklik sonucunda Başbakan, daha önce sahip olmadığı bir yetki kazanmış değildir. Halbuki CHP lideri, hiç sıkılmadan mugalâta yaparak, yeni yetkisiyle Başbakan'ın 'çete' kurabileceğini ve meselâ 'Cumhurbaşkanı'nı bile öldürtebileceğini söylüyor.
Bütün dünyada olduğu gibi, kuruluşundan bu yana MİT Kanunu'nda bu özel hüküm yer alır. Lâkin devletin millî güvenliğini ve istihbaratını sağlayan bir devlet teşkilâtıyla 'çete'yi karıştıran bir demagojik zihniyet, nasıl olur da modern bir devletin yönetimine tâlip olabilir? Doğrusu bunu anlamakta güçlük çekiyoruz.
CHP grubu, millî bir meselede o derece bir lâubalilik içindedir ki, Kanun'un tâdilini engellemek için verdikleri bir önergede, 'Bu kanunun yürütülmesinden Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı sorumludur' yazacak kadar işi cıvıtmışlardır.
***

Biz daima 'millet iradesi'nin ve 'siyasî irade'nin yanında olduk. Millî irade dışı her türlü müdahaleye karşı koyduk. Bu konuda da demokrasinin ve millet iradesinin temsilcisi olan Başbakan'ın yanında olmaya devam edeceğiz.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA