Yargının bağımsızlığına, hukukun üstünlüğüne ve kuvvetler ayrılığına gönülden inanan bir demokratım. Hayatım boyunca yargının siyasallaştırılmasına ve yargıya müdahale edilmesine karşı çıktım ve demokratik hukuk devletinin mücadelesini verdim.
Son dört yıldan beri, bağımsız yargının cesurane yürüttüğü Ergenekon ve Darbe soruşturmalarında yargının daima destekçisi oldum. İddianamelerin gereğinden fazla uzun yazılması, tutukluluk halinin çok fazla genelleştirilip uzatılması ve adlî yargılanma usullerinin bazı hallerde çiğnenmesine rağmen, özel yetkili savcıların ve özel yetkili mahkemelerin yanında oldum.
Lâkin, bu son MİT soruşturması olayında görüldüğü gibi, bazı özel yetkili yargı mensuplarının ellerinde taşıdıkları adalet kılıcını gelişigüzel salladıkları ve 'Ali kıran baş kesen' rolüne soyundukları görülmektedir. Muhtemelen iyi niyetli de olsa, bu durumu hoş görmemiz ve kabullenmemiz mümkün değildir. Zira bu kelimenin tam mânâsıyla bir 'Devlet Skandalı'dır.
***
Yeri geldiğinde mahkemelerde ve devlet dairelerinde,
'kanunu bilmemek mazeret sayılmaz' diyenler, karşılarındaki sade vatandaşın nasıl çaresizlik ve mahcubiyetle kıvrandıklarını çok iyi bileceklerdir. Koskoca özel yetkili savcı,
Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbârat Teşkilâtı Kanunu'nun 26'ncı maddesinde,
MİT mensuplarına cezâî takibatta bulunmak için
Başbakan'dan izin alınması gerektiğini bilmez mi?!
CMK'nın 145'inci maddesinde düzenlenen ifade veya sorgu için çağrının ve 251'inci maddesinde düzenlenen özel suçlar için yapılan soruşturmanın da bir genel hüküm olduğunu ve
MİT Teşkilât Kanunu'nun 26'ncı maddesindeki özel hükmü geçersiz kılamayacağı bilinmez mi? (Hâlâ bunu savunan hukukçular olduğunu görüyor ve onlar adına utanıyorum).
***
Oslo'daki görüşmelerin kayda alınması ve açıklanması devlet sırrını ifşâ bakımından elbette hoş olmamıştır. Bu konuda görüşmeye katıldıkları iddia edilen
MİT mensuplarının daha dikkatli davranmaları gerektiği söylenebilir. Bu tip örgütlerle temasın faydalı olmadığını düşünmek de mümkündür. Ancak,
Başbakan'ın kendi talimatıyla, kendi görevlendirmesiyle, bu görüşmelerin yapıldığını daha önce açıklamasına rağmen, Savcılığın bunu görmezden gelerek adeta Devletin millî güvenlik politikasını muaheze edercesine
MİT yetkililerini şüpheli sıfatıyla sorguya çağırması saçmalıktır.
MİT, dünyanın en başarılı ve önemli istihbarat kuruluşları arasında ön sıralarda olan millî bir kuruluşumuzdur.
MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Teşkilât içindeki tecrübesi fazla olmamasına rağmen üstün performansı, çalışkanlığı ve vatanseverliği ile görevini bîhakkın ifâ etmektedir.
O'nun döneminde terör örgütü
PKK-KCK ile mücadelede çok başarılı olunmuş ve teröristler köşeye sıkıştırılmıştır. Selefi
Emre Taner ve yardımcısı
Afet Güneş de iyi yetişmiş, tecrübeli ve vatansever yöneticilerdir. Bu gibi şahsiyetleri Kanuna aykırı şekilde suçlu sıfatıyla sorguya çağırmak ancak terör örgütünü ve
Türkiye'nin düşmanlarını memnun edecektir.
***
Olayı bir devlet skandalı haline getiren en önemli unsur, demokrasinin kaçınılmaz denklemi olan kuvvetler ayrılığını tahrip etmesidir.
Türkiye'nin millî güvenliği ve bu güvenliğe göre yapılan istihbarat çalışmaları hiçbir şekilde yargının görev sahasına girmez. Dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde devletin istihbarat teşkilatı bu derece sorumsuzca muameleye tâbî tutulamaz; işine müdahale edilemez ve tartışma konusu yapılamaz.
Herkesin haddini bilmesi, yetki ve sorumluluğunu aşmaması gerekir. Bu konuda vakit geçirmeden varsa hukukî boşlukların da doldurulması lâzımdır.
Millî İstihbarat Teşkilâtı, millî güvenliğimizin teminatı ve milletimizin göz bebeğidir.
***
Not: Yazımı yazdıktan sonra savcılığın,
MİT mensupları için yakalama emri çıkardığını öğrendim. Devletin bu derece sorumsuzca tahrip edilmesi karşısında diyecek bir şey bulamıyor ve teessüflerimi bildiriyorum.