Sevgili okuyucular, bu pazar Kırım'da olacağım. Dışişleri Bakanı değerli dostum Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, Kırım'a ve merhum Cengiz Dağcı'ya olan muhabbetimi bildiği için, lûtfedip Kırım'da bugün yapılacak olan cenaze merasimine beni de dâvet etti.
Türk Dünyası'na ve Türk kültürüne önem veren Prof. Davutoğlu'nu, büyük mücahit ve romancı Cengiz Dağcı'ya gösterdiği ilgiden dolayı candan tebrik ediyorum.
Vatanına hasret gitti
Sevgili okuyucular, 92 yaşında vefat eden bir Türk romancısını düşününüz... Türkiye'yi hiç görmemiş fakat çok sayıdaki eserlerini güzel bir 'Türkiye Türkçesi' ile kaleme almış... Bu birbirinden güzel eserlerle o da soydaşı, meslektaşı ve adaşı Cengiz Aytmatov gibi dünyanın ünlü romancılarından biri olmuş.
Cengiz Dağcı bir mücahit idi. Çocukluğu Kırım'da Kızıltaş köyünde geçti. Akmescit'te ortaokulu bitirdikten sonra Kırım Pedagoji Enstitüsü ikinci sınıfında iken II. Dünya Savaşı patladı. 1941'de Ukrayna cephesinde Almanlara esir düştü. Savaştan sonra Kırımlı Tatar Türklere yapılan zulmü gördü. Eserlerinde Kırım Türkleri'nin Sovyet zulmü altındaki hayatını anlatır.
Romanlarının adından bile Dağcı'nın çilesini, hüznünü ve hasretini anlayabilirsiniz: Korkunç Yıllar (1956), Yurdunu Kaybeden Adam (1957), Onlar da İnsandı (1958), Ölüm ve Korku Günleri (1962), O Topraklar Bizimdi (1966), Dönüş (1968), Genç Temuçin (1969), Badem Dalına Asılı Bebekler (1970), Üşüyen Sokak (1972), Anneme Mektuplar (1988) ve diğerleri...
Kırım Türkleri'ne soykırım
Kırım, Kırım Türkü/Tatarı denilince yüreğimizin bir köşesi derinden sızlar. Türk ve dünya tarihinin bu en mazlum, en mağdur fakat en haysiyetli insanları, son yüzyılda soykırıma marûz kalmışlar, katledilmişler, sürülmüşler, lâkin gözlerden uzak sessiz sedâsız nice destanlar yazmışlardır.
'Deşt-i Kıpçak'ta asırlarca at koşturan Kırım Tatarları, dünyanın en gelişmiş kültür eserlerine Hanlık Dönemi'nde erişmiş ve Osmanlı'da Oğuzlar ile buluşmuşlardır. I. Petro (Deli) tarafından Azak Kalesi'nin zaptıyla (1699) Kırım'da duyulmaya başlayan Rus ayak sesleri, II. Katherina devrinde, önce Kırım'ın Anadolu Türkleriyle bağlantılarının koparılması ve kısa bir zaman sonra da Rusya tarafından ilhakı (1783) neticesinde, başka Türk illerinde de yankılanmaya başlamıştır.
Kırım Türkleri'nin acıları vatanlarını kaybetmekle son bulmamış; Rus tahakkümü altında asimilasyona, mecburî göçe, dinî ve kültürel baskılara mâruz kalmışlardır.
Sovyet yönetiminde ise, millî kimlik ve şuurlarını unutmayı hâlâ kabullenmemekte direnen Kırım Türkleri'nin kaderi ise, 1943-1944 yıllarında bir insanlık trajedisi olarak nitelendirebileceğimiz sürgünler ve genocid (soykırım) cereyan etmiştir. Kırım Türkleri'nin çilesi maalesef bugün hâlâ devam etmektedir.
İşte Cengiz Dağcı, bu mezalimi bizzat yaşamış ve romanlarında hazin bir şekilde anlatarak tarihe mal olmasını sağlamıştır.
Ona gereğince sahip çıkamadık
Efendim, II. Dünya Savaşı'nın son yıllarında Kırım Türkleri'ne uygulanan soykırım karşısında ne yazık ki Türkiye sessiz ve seyirci kalmıştır. O dönem Türkiye bakımından da zor geçiyordu. Lâkin bu gerekçe, sessiz kalınmasını izaha yetmemektedir. Rahmetli Cengiz Dağcı haklı olarak bu tutuma çok üzüldü ve kırıldı. Fakat buna rağmen Dağcı Türkiye'yi ziyaret etmek istedi fakat bu talebi reddedildi. Son dönemde 1999, 2005 ve 2009'da Türkiye'ye dâvet edildiyse de gelmedi. Herhalde bu bakımdan haksız sayılmazdı.
Rahmetli Cengiz Dağcı'ya, Türk diline ve kültürüne hizmetlerinden dolayı çeşitli ödüller verildi. Artık onu herkes tanıyor ve seviyor. Kırım Türkü'nün çilesini bütün dünyaya ve Türkiye'ye anlatan ve tanıtan merhuma hepimiz şükran borçluyuz.
Eminim ki, 1940'lı yıllarda dâvâsına sırt çeviren İnönü diplomasisi yerine, bütün Türk Dünyası'nı kucaklayan günümüz Türkiyesi'nin farkına varmış ve ruhu şâd olmuştur.