Türkler ile Yahudiler arasında tarihten bu yana gelen iyi münasebetler vardır. Yahudiler tarih boyunca itilip kakılırken, İslâm'ın insanlık anlayışına her zaman riayet etmiş olan Türkler ezilen Yahudileri hep korumuş ve onlara sahip çıkmışlardır.
Basel'deki Dünya Siyonist Kongresi'nden sonra kendilerine yerleşik bir yurt arayan Yahudiler, zamanın padişahı II. Abdülhamit'e gitmişler fakat ondan yüz bulamamışlardır. Zira asrın büyük diplomatı II. Abdülhamit, Siyonizmin ne derece tehlikeli bir fitne olduğunun farkındaydı. Ancak, İttihatçılar başa geçtikten sonra Siyonistler kendilerine Filistin topraklarında yer bulabilmişler ve dünyanın bu bölgesinde huzuru bozmakta gecikmemişlerdir.
Türkiye, İsrail'le politikasını ayarlarken, zor bir denge sağlamak mecburiyetinde kalmıştır. Bir tarafta bütün Müslüman Arap dünyası, diğer tarafta bir aysbergin görünen yüzü gibi nüfusunun çok üstünde gücü olan, özellikle finans ve medya dünyasının hâkimi görünen ABD ve Avrupa destekli İsrail.
Başbakan Erdoğan döneminden önce Cumhuriyetin dış politikasıklasik bir Yahudi lehtarlığına dayanıyordu. Öyle ki bazen politikacılar, bilmedikleri kavramları bile kullanarak Yahudilere hoş görünmeye çalıştılar. Bu arada, Başbakan Çiller'in Telaviv seyahatinde 'Vadedilmiş Topraklar'dan (Arz-ı Mev'ûd) bahsettiği bile görülmüştü. Ancak 1967 Arap-İsrail Savaşı'ndan sonra ister istemez İsrail ile ilişkiler soğutulmuştu.
Türkiye'de hiçbir zaman ırk ve din dolayısıyla halkımız ve devletimiz ayrım yapmamıştır. Tabii, CHP'nin Şeflik Dönemi'nde uyguladığı Varlık Vergisi rezaleti hariç... Biz aslâ antisemitik ve antijevist olmadık. Başbakan Erdoğan'ın Davos toplantısındaki haklı feverânı bir duygusal antipati değil, İsrail'in Gazze'deki insanlık dışı saldırıları ve katliamı sebebiyle olmuştur.
***
Geçen yılki Mavi Marmara olayında, başlangıçta alınan tedbirler yeterli değildi. Siyonist saldırıların bir yardım gemisine dahi yöneltilebileceği önceden düşünülmeliydi. Bütün dünyanın gözü önünde cereyan eden bu alçakça saldırının ardından Yahudi Lobisi'nin her zamanki başarılı çalışmalarıyla Birleşmiş Milletler'de kurulan Komisyon için de gerçekler tersine döndürülerek İsrail lehine bir karar çıkartılabilmiştir. Cumhurbaşkanı Gül'ün dediği gibi bu karar 'Yok' hükmündedir ve Türkiye için kabul edilemez bir karardır. Gelişmeleri yakından takip eden Dışişleri Bakanı Davutoğlu, BM Kararı'nın basına sızdırılmasından sonra olayı ciddiyetle değerlendirmiş ve Başbakanla birlikte kararlaştırılan yaptırım paketini açıklamıştır. Bu pakete göre; Türkiye ile İsrail'in diplomatik ilişkileri en düşük seviyeye indirilmiş; büyükelçi ve başkonsolosa çarşamba gününe kadar Türkiye'yi terk etmeleri tebliğ edilmiştir. Telaviv'deki diplomatlarımız da geriye çağrılmıştır. Ayrıca, Türkiye ile İsrail arasındaki askerî mahiyetteki anlaşmaların tamamı askıya alınmıştır.
Bu yaptırım programında en etkili olacak husus, Doğu Akdeniz'de en uzun kıyıya sahip olan Türkiye'nin seyrüsefer konusunda her tedbiri alacak olmasıdır. Diğer taraftan, Türkiye hukuk mücadelesine de devam edecek ve İsrail'in Gazze ablukasının Lahey Adalet Divanı'nda incelenmesini isteyecektir.
***
Türkiye'nin bu kararları, Ortadoğu'da1967'den beri 44 senedir devam eden İsrail hâkimiyetinin sona ermesi demektir. ABD'nin bu ihtilaf konusunda İsrail'in yanında bulunmaya devam etmesi kolay olmayacaktır. Diğer taraftan 'Arap Baharı' neticesinde kurulan ve kurulacak olan yeni rejimlerin İsrail'in karşısında olacakları da muhakkaktır.
Bu durumda, Mavi Marmara saldırısı İsrail için intihar olmuş ve İsrail kendi coğrafyasında dayanabileceği tek dost ülkeyi kaybetmiştir.
Lahey Yüksek Adalet Divanı'nda, Türkiye'nin istediği gibi Gazze'den ablukanın kaldırılması sonucu çıktığı takdirde İsrail'in hukukî zeminde diyeceği kalmayacak ve istemese dahi Gazze ablukası kaldırılacaktır.
Bütün bu gelişmeler kısa vadede üzücü görünmekteyse de dünyanın bu bölgesinde huzuru sağlayabilecek olaylara vesile olabilecektir. Türkiye de bu ihtilafın neticesinde Ortadoğu'daki hâkimiyetini bir kere daha ispatlamış olarak krizden çıkacaktır.