Başbakan Erdoğan, bugün Federal Almanya'nın Köln kentinde, UETD (Avrupalı Türk Demokratlar Birliği) genel kuruluna katılarak, Almanya'daki Türkiye vatandaşlarına bir konuşma yapacak. Ağustosta gerçekleşecek Cumhurbaşkanlığı seçimi için muhtemelen önemli mesajların verileceği bu toplantı, Türkiye'nin de Almanya'nın da gündeminde önemli yer tutuyor.
Birçok açıdan, sembollerle yüklü bir adım olarak hatırlanması kesin olan genel kurul, Başbakan Erdoğan için bir ilk değil. Daha önce on binlerle kişiyi toplayan inanılmaz coşkulu kalabalıklara konuşmalar yapmış, büyük destek almıştı. Ancak bu defa, ilk kez yurtdışında oy kullanabilecek olan yurttaşlara, siyasi bir kampanya öncesinde hitap edecek.
Bu anlamda, Alman siyasetinde de, genel kurula katılımı tartışma konusu oldu: Bu toplantının yapılmasını istemeyen çevreler, Türk- Alman ilişkilerinde ciddi bir gerilim yaratmaya çalıştı, çok önemli bir sivil toplum örgütü olan UETD hakkında olumsuz haberler yazıldı, daha önce eleştirdiğimiz Der Spiegel haberi türü provokasyon kokan girişimlere, çeşitli Alman siyasetçilerinin demeçlerinde de rastlandı. Ancak Alman hükümeti, bu konuda "bizim için gerçekten de çok yakın ve önemli bir ortak olan bir ülkenin Başbakanı olarak Erdoğan Almanya'da memnuniyetle konuk edilecektir" açıklamasını yaparak sorun olmadığını ifade etti. Gene de aynı kaynaklardan, Başbakan Erdoğan'ın yapacağı konuşmanın "sorumluluk ve hassasiyetle" yapılacağı beklentisi, diplomatik nezaket kuralları çerçevesinde dile getirildi. Bizzat Şansölye Merkel, bu konudaki hassasiyetini ölçülü cümlelerle duyurdu. Doğal olarak, Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck'un Türkiye'de yaptığı gibi, tümüyle iç siyasete yönelik, diplomatik teamüllerin dışına çıkan mesajları Türkiye Başbakanı Almanya'da vermeyecektir.
Ne var ki, resmi ziyarette devlet başkanının bu denli rahat, hatta pervasız davranabildiği bir ülkenin, Almanya'nın siyaset erbabı, Başbakan Erdoğan'ı uyarmadan önce bir durum muhakemesi yapabilselerdi iyi olurdu.
Federal Almanya hükümetinin "siyaseten uygun" davranması, ne kadar önem arz ediyorsa, bu durumun bir "ilk" olması da o kadar ilginç. Gerçekten de, ulus /devlet döneminde kimsenin alışık olmadığı biçimde, yabancı bir ülkenin seçimleri için, sizin ülkenize yabancı bir siyasetçi gelmesi, sizin ülkenizdeki yurttaşlarıyla bir seçim toplantısı düzenlemesi artık günümüzün bir gerçeği...
Bu "yeni" ve "modern ötesi" siyaset yapma anlayışı muhtemelen yakın gelecekte başka örneklerle de zenginleşecek. Ancak Türkiye'nin, Almanya başta olmak üzere AB ülkeleriyle ne kadar giriftar olduğu da, Başbakan Erdoğan'ın bugün yapacağı toplantı ile açık biçimde ortaya çıkıyor.
Türkiye, ekonomisi, pazarı, mevzuatının büyük kısmı, yaşam biçimi, hedefleri ve demokrasisiyle AB ülkeleriyle derin bir bütünleşme içinde bulunuyor. Bunun kurumsal yapıya yansıması, AB tarafından gösterilen siyasi irade eksikliği yüzünden engelleniyor, bu doğru. Ancak AB bütünleşmesinde, Türkiye'nin "geri dönülmez noktayı" çoktan geçmiş olduğu da başka bir doğru. Başbakan Erdoğan'ın toplantısı, Avrupa Parlamentosu seçimleriyle aynı hafta sonuna denk geldi. Bu seçimler ertesinde muhtemelen Martin Schultz ve Jean-Claude Juncker gibi iki adaydan birinin Komisyon Başkanlığı için önemli bir adım atılmış olacak. Her iki aday da, son yaptıkları TV tartışmasında, kısa vadede Türkiye'nin üyeliğinin gerçekleşmeyeceğini savundu. Onlar bunu savunadursun, giderek daha fazla sayıda Türkiye vatandaşı AB'nin çeşitli ülkelerinde çifte vatandaşlık hakkını kazanıyor, hem çalıştığı ve yaşadığı ülkede siyasette aktif rol alıyor, hem Türkiye ile olan bağlarını, hükümetin attığı adımla artık yurtdışından da oy kullanabildiği için pekiştirebiliyor.
Kısacası, entegrasyon treni hızlı biçimde yol alıyor. Siyasi elitin AB içinde bunu anlaması maalesef aynı hızla gerçekleşmiyor, hâlâ eski vesayet Türkiye'si imgesiyle yaşıyorlar, sorunlarımızın kaynağı büyük ölçüde o noktada...