Suriye'de Esad rejimi, sivil halkı dehşete sevk etmek için artık açıkça kimyasal silah kullanıyor. İç savaş diye adlandırdığımız çatışma, gerçek bir soykırıma dönüştü. Aynı Bosna'da üç yıl boyunca faşist Sırp güçlerinin sivil halkı katletmesinin izlendiği gibi, demokratik ülkeler çaresizlik içinde seyrediyor. Bosna'da 1992'den itibaren üç yıl boyunca, BM çerçevesinde nasıl çözüm üretilemediyse, Suriye'de yüz binin üstünde insan kaybına rağmen bir türlü çözüm üretilemiyor. Bosna'da en sonunda NATO kuvvetleri müdahale ederek Balkanlar'daki soykırımı engellemişti. Suriye için ufukta öyle bir gelişme de görünmüyor.
Mısır'da karşı devrim, darbe kisvesine büründü, son Tahrir ayaklanmasını kullanarak tüm demokratik kazanımları yok etti. Mübarek serbest, Morsi tutuklu ve kimse nerede olduğunu bilmiyor. Bu Arap Devrimi'nin sonu olarak görülebilir mi?
Arap Devrimi, bölgenin her biri birbirinden anti-demokratik, çürümüş dikta rejimlerine karşı halk yığınlarının on yıllar boyu biriktirdikleri öfkenin patlamasıydı. Bu dönüşümün başarılı olabilmesi için, temel olarak dünyada denenmiş ve çok başarılı olmuş bir sistemin uyarlanmasından başka da bir yol görülmüyordu. Bu da, AB'nin en önemli örneğini teşkil ettiği, bölgesel ekonomik işbirliği bölgeleri oluşturmak, ülkelerin çıkarlarını giderek aynı potada eritmek ve istikrar, barış ve refah yaratmak gibi bir anlayışa işaret ediyordu.
Türkiye, bu tür bir yaklaşım sergilemeye çalıştığı için "eksen kayması" olarak başlayıp, "yeni Osmanlıcılık" diye nitelenen, son olarak da "Esad diktatörlüğüne" benzetmeye kadar giden bir dizi hakareti göğüsledi. "Müslüman" nüfusun çoğunlukta olduğu ülke ve toplumlara, daha başka temel özellikler atfetmek, onların demokrasi mücadelesinin "değişik" olacağına hükmetmek, sadece felaketle sonuçlanan analiz yanlışlarına yol açtı. Eğer AB, Türkiye'yi üye almış olsaydı, Mısır ve Suriye ile ilişkiler, içinde Türkiye olan bir AB adına yapılabilseydi, acaba bugün yaşanan felaket gerçekleşir miydi?
Bugün Ortadoğu'da, soğuk savaş döneminden kalan bir denge var. Bu denge, aynı soğuk savaş dönemi çatışmaları gibi, Vietnam gibi, Afganistan, Angola gibi, sivil halkın katledildiği çatışmalar üretiyor. ABD, Mısır ordusuna dokunamıyor. Hem İsrail Sina'da Mısır ordusuyla Salafilere karşı operasyon yapabilsin, hem de İran'a karşı Mısır dengesi bozulmasın diye... Suriye'de Rusya, İran ve Hizbullah, Esad rejiminin yanında savaşıyorlar. Karşılarında ciddi bir güç yok. ABD, Irak işgalinden sonra bölgeye yeniden askeri operasyon yapmak istemiyor.
Bu karışık bölgeyi dengeleyecek güç AB olabilirdi, oysa AB ülkeleri en çaresiz görüntüyü sergiliyorlar. Türkiye, bütün iyi niyetine ve diplomatik girişimlerine, 900 kilometrelik sınırını soykırımdan kaçanlara açmasına rağmen akan kanı durdurmaya tek başına çare olamıyor.
AB, Türkiye ile ilişkilerini, Rusya'nın para aklama merkezi haline gelen Güney Kıbrıs'ı bahane ederek sabote etti. Bu dâhiyane stratejinin ilk sonuçlarını Ortadoğu'da izliyoruz. Acaba bir gün, bu büyük yanılgı ile AB kanaat önderleri ve toplumları yüzleşebilecek mi? Belki orada da, çok yetenekli kimi köşe yazarları, muhalefeti araya koyarak İran'ın koşulsuz destekçileri ile işbirliği yapılmasını ve bölgeye demokrasi koridoru açılmasını önerirler!