Mısır'da katliam sürüyor. Suriye'de iç savaş giderek daha fazla can alıyor. Tunus, siyasi kargaşa içinde, siyasi cinayetler birbiri ardından işleniyor. Gazze abluka altında, Sina yarımadasında adı konmamış bir gerilla savaşı yürütülüyor. Bunlara karşı, ne Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi harekete geçirilebildi, ne Avrupa Birliği ciddi bir girişimde bulunabildi. "Batı" adıyla genel bir tanıma soktuğumuz demokrasi dünyası, bu kadar çaresiz mi?
Ortadoğu ve Mağrıp ülkelerini kapsayan büyük devrim dalgası, Latin Amerika ve Doğu Avrupa'da olmayan bir durumla karşı karşıya kaldı. Birincisi, İkinci Dünya Savaşı'nın utancını ve Avrupa toplumlarının alnına sürdüğü kara lekeyi temizlemek için Filistin topraklarında bir İsrail devleti kurulmuş olması, ikincisi ise, bölgenin fosil yakıt bakımından dünyanın en büyük rezervlerine sahip olmasıydı. Buna bir üçüncü değişken olarak, 1979'da patlak veren ve iki kutuplu dünyada üçüncü bir kutup gibi hareket etmeyi başaran İran İslam devrimi ilave edilebilir.
"Arap devrimi" olarak nitelenen, büyük ölçüde Ortadoğu ve Mağrıp ülkelerini kapsayan demokrasi hareketleri, kendilerini ifade etmek için çok geniş bir halk desteği buldular. Ne var ki, Latin Amerika ya da eski Sosyalist Doğu Avrupa gibi, sadece başarısız ve zamanını doldurmuş otoriter rejimlere değil, çok daha başka güçlere karşı da mücadele vermek zorunda kaldılar.
Birincisi, İsrail'in geleceği konusunda herhangi bir garanti almaksızın, bölgedeki demokrasi yanlısı hareketlere destek vermek bir yana, köstek olan bir ABD'yi karşılarında buldular. Bu tavır, Obama yönetimi döneminde biraz yumuşadıysa da, hâlâ devam ediyor. Son olarak Dışişleri Bakanı John Kerry'nin kişisel çabalarıyla Filistin-İsrail görüşmelerinin başlatılması, ABD'nin Ortadoğu'daki sorunlar açısından doğru bir analiz yaptığına işaret ediyor. Aynı analiz doğrultusunda ABD; Sina yarımadasında İsrail ordusuyla işbirliği yaparak Selefi gerillalar ile mücadele etmesi için, darbe yapan Mısır ordusunu da destekleyebiliyor. İlkelerine bu denli ters düşen bir politika, ABD'nin imgesini Ortadoğu'da çok sarstı.
Bölgenin bir diğer sorunu, petrol geliri ve bu gelirin, demokratik olmayan rejimler aracılığıyla son derece verimsiz biçimde kullanılması... El Kaide başta olmak üzere, petrol gelirinin yarattığı inanılmaz zenginlik, çeşitli tedhiş örgütlerinin ayakta kalmasını sağlayabiliyor. Ancak aynı gelir, bölgede toplumlar ve ülkeler arasında görece bir sosyal adalet sağlanması için kullanılamıyor.
İran İslam devrimi ile başlayan "islamofobya" ise, bütün analizleri yanılttığı için üzerinde durulması gereken son nokta: Dünyada "İslami" referansı olan herhangi bir siyasi hareketin demokrasi oyununu hiçbir zaman oynamayacağı varsayılarak, sadece o toplumlarda umutsuzluk artırılır. Marjinal hareketler kendilerine taban bulurlar, insanlık büyük felaketlere bir kez daha sürüklenir. Yunanistan'da krizin yarattığı Hrisi Avgi faşist parti tehlikesiyle, Mısır'da darbeci askerlerin İhvan üzerine saldırarak El Kaide türü yapılanmalara zemin hazırlaması arasında büyük bir fark yoktur. Ne var ki birini "İslami tehlike", diğerini ise demokrasilerde geçici bir rahatsızlık gibi algılayarak sorunların üstüne gidilirse, Ortadoğu'da sınıfta kalınır...