12 Eylül 1980 darbesi sonrasında, 1970'lerin "konuşan Türkiye"si susturuldu. Bunu sadece siyaset ya da basın yayın yasağı koyarak yapmadı askeri iktidar; karar alma süreçlerinde kendisine yer arayan ortak aklı engelleyecek, son derece merkeziyetçi bir idari yapı modeli de geliştirdi.
Dünyada merkeziyetçilik artık hiç bir demokratik toplumda, giderek değişen ve gelişen, çeşitlenen ihtiyaçlara cevap vermiyor.
Bugün, uluslararası bir düşünce kuruluşu olan TED'in (Technology Entertainment Design) yıllık Edinburgh Global konferansına katılıyorum. Dünyanın dört bir yanından gelen seçilmiş insanların oluşturduğu muhteşem bir beyin fırtınasının ortasındayım. "Ideas worth spreading", yani paylaşılmaya değer düşünceler sloganıyla 1984 yılında yola çıkan TED, günde bir milyondan fazla kişinin web sayfasına girdiği çok yaratıcı ve uluslararası bir forum. Bilginin paylaşımı, doğru enformasyon dağıtımı, sanal ortamdaki verilerin iyi analiz edilmesi, bu asrın en temel sorunlarından biri olacak gibi gözüküyor.
TED buna yanıt oluşturmaya çalışıyor.
Dünyadaki gelişmiş ülkelerde bugün atılan her adım, ortak aklı harekete geçirebilmeyi hedefliyor. Bu ülkelerde sosyal barış, sadece kültürel hak ve özgürlükler alanının genişlemesiyle değil, karar alma sistemi olan "yönetişimin" birden fazla katmana paylaştırılmasıyla gerçekleşti.
AB ülkelerinde, Avrupa Birliği (yani uluslarüstü ve hükümetlerarası) düzeyi, ulusal düzeyi ve bölgesel/yerel düzeyi tamamladı. "Yerindenlik ilkesi", bir kararın en etkin biçimde hangi düzeyde alınıyorsa, o düzeyde kalmasını kabul eden bir sistemin temellerini attı. AB içinde, uluslararası rekabetle baş edebilmek için "bölgeselleşmenin" giderek önem kazandığı, iletişim teknolojisi devriminin de bunu çok önemli biçimde kolaylaştırdığı bir otuz yılılık dönem yaşandı. Yeni bir "yönetişim" anlayışı yer etti.
Türkiye, hem dış dünya ile çok daha yavaş bütünleşti, hem AB kurumsal bütünleşmesi çok uzun bir süre akamete uğradı, hem de her türlü yerel ya da bölgesel yönetişim, "ayrılıkçı" olmakla eşdeğer tutuldu. Bu yüzden, dünyanın gelişmesine paralel gitmek bir yana, bu değişimi takip edebilecek bir idari anlayış ve altyapı tamamen eksik kaldı.
Bugün, katılımcı demokrasi konusunda yaşadığımız kurumsal gecikme, son on bir yıldır Türkiye'ye istikrarlı bir siyasi iktidar ve kalkınma sunmuş olan AK Parti'nin de ayağına pranga olmuş gözüküyor.
Kolay halledilebilir gibi görünen bir park düzenlemesi, çok ciddi sosyal bir çalkantıya neden oldu. Bunun çok başka nedenleri de olduğu gerçek. Bunlar uzun uzun da tartışılıyor. Her şeye rağmen, Başbakan'ın uzun zamandır mücadelesini verdiği sivil bir Anayasa'yı, görevlerin iyi tanımlandığı bir idari yapıyı, katılımcı bir "yönetişim" sistemini bugüne dek oluşturabilmiş olsaydık, bu vahim Gezi parkı olaylarının önünü çok daha kolay alabilirdik. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın da, merkezi hükümetin de her siyasi olguya doğrudan muhatap kalmayacağı bir sistemin ne kadar gerekli olduğu ortaya iyice çıktı. TED Global konferansından Taksim'e bakınca, ortak aklı kullanmanın ne denli acil ve gerekli olduğunu daha iyi görebiliyorum.