Türkiye, son birkaç hafta içinde çok yoğun ve önemli bir gündemi yönetti. NATO zirvesi, Irak ile ilişkiler, G-20 zirvesinin hayal kırıklığı, füze kalkanı, Kıbrıs görüşmelerinin New York'a taşınması derken, son derece önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönemece girdik. AB İlerleme Raporu'nun yayınlanması bu dönemeçte önemli bir yer tuttu.
Her şeyden önce, Avrupa Komisyonu, hem aday ülke Türkiye'ye hem de AB Bakanlar Konseyi'ne aynı anda bir çağrıda bulunuyor. Aday ülkenin reform süreci sürdürülmeli, üye ülkeler de aday ülkeye ciddi ve sağlam bir perspektif vermeli görüşünü açıkça ifade etmiş bulunuyor.
Avrupa Birliği'nin icra organı olan, bürokrasisinin belkemiğini teşkil eden Avrupa Komisyonu'nun bu çağrısını, üye devletlerin çok ciddiye almaları gerektiğini düşünüyorum.
Üye devletlerin çok geniş bir bölümü, özelikle de yeni üye olan ülkeler, AB'nin Türkiye ile olan ilişkilerinin gelişiminden hiç memnun değiller. AB içinde Fransa ve Almanya'nın "büyük dengeler politikası" adı altında, müzakereleri geciktirme taktiğinden çok rahatsızlar. Bu politikayı ciddi biçimde etkileyememekten daha da çok rahatsızlar. Merkez ve Doğu Avrupa ülkelerinin neredeyse tümü, bu rahatsızlıklarını çeşitli resmi ya da yarı resmi düzeylerde, çeşitli ağızlardan ifade ediyorlar.
Büyük üye, küçük üyeyi ezer
Bu rahatsızlıklarının sebebi, Türkiye'yi çok sevmeleri ve bir an önce üye olarak görmek istemeleri değil. Türkiye'nin üyeliğinin herkes için iyi ve olumlu bir gelişme olacağını düşünüyorlar tabii, ama asıl rahatsızlıkları, AB'nin kaptan köşkünde kimsenin onları ciddiye almadığını düşünmeleri.
Bütün Avrupa Birliği sistemi, küçük ülkelerin, büyük devletler karşısında kendilerini ezilmiş hissetmemelerini sağlamak için kurulmuştur. AB ekonomisinin dörtte üçünü, altı ülkenin paylaştığını, geri kalan yirmi bir ülkenin, AB ekonomisinin sadece dörtte birini oluşturduğunu düşünürsek, bu sistemin neden böyle kurgulandığını daha kolay anlayabiliriz. Genelde küçük üye devletler, AB'nin genel siyasi girişimlerini yönlendirmeye çalışmazlar. Ancak kendi sözlerinin ciddiye alındığını bilmeleri, bu sistemin adilane çalışabilmesi için elzemdir. Bu yaklaşımın giderek kendisini daha fazla hissettireceği bir döneme giriyoruz.
Temel birkaç saptama yapmamız gerekiyor: Birincisi, Federal Almanya, "normalleşme" ihtiyacı duyan, ekonomik anlamda güçlü ancak siyasi anlamda edilgen bir ülke artık değil. Siyaset alanında, son zirve toplantısında görüldüğü gibi, inisiyatif alıyor ve özellikle finans sistemi alanında tüm AB ülkelerini yönlendirebiliyor. Almanya'nın oluşturduğu bu özgüven ile Fransa'nın son dönemlerde ne yapacağını bir türlü bilemeyen hali çok net bir çelişki, önemli bir tezat oluşturuyor.
Alman siyasi hareketi içinde, Türkiye'yi hiçbir zaman üye yapmak istemeyen partilerin oyu giderek daralıyor. Hiç kimsenin yeniden dirildiklerini görmek istemediği aşırı sağ partiler dışında, yakın bir gelecekte Almanya'da, daimi gelişen bir Türkiye'nin üyeliğe alınmasını prensip olarak reddeden çok kimse kalmayacak.
Türkiye yükselen güç
Fransa, çok daha zor dönemlerden geçiyor. AB düzeyinde kaybedilen siyasi önderlik, Fransız siyasal elitini daha saldırgan, daha popülist söylemleri kullanmaya eğilimli hale getiriyor. İngiltere ise, Fransa ile ilişkilerini iyi düzeyde tutma, Türkiye'yi destekleme, Almanya'nın yönlendirici gücünü dengeleme, ABD ile olan özgün ve yoğun ilişkilerini muhafaza etme gibi, ip cambazlığını andıran bir dış siyaseti başarıyla götürebiliyor. Ancak bu kadar çok dengeyi aynı anda kolladığı için, sağlam bir strateji oluşturmaktan çok, daha kısa vadeli taktiklerle AB politikaları oluşturuyor.
Asıl ilginç değişiklik İtalya'da gerçekleşiyor: İtalyanlar, kurucu üyesi oldukları AB içinde, hiçbir dönemde büyük oyuncu olmayı istememişken, bu kez Türkiye'nin üyeliği alanında ağırlıklarını koymak ve ilk kez cepheden bir saldırı başlatmak niyetinde gibi duruyorlar. Berlusconi'nin siyasal geleceğinin çok parlak olmadığı bu dönemde, İtalya siyasi iç krizi aşarsa, şaşırtıcı biçimde AB düzeyinde Türkiye'nin kapıda bekletilmesi taktiğine çok ciddi tepki verebilir.
Dünya değişiyor, AB ülkeleri, bu çok kutuplu, çok merkezli, çok boyutlu dünyaya uyum sağlamak için çaba sarf ediyorlar. Ancak bu çabaların her zaman başarılı olduğunu söylemek zor. Önemli bir değişiklik de Türkiye'de gerçekleşiyor. Türkiye, sağlam bir kamu maliyesi üzerine kurduğu sistemle, her geçen gün daha fazla demokratik, daha çok üreten, daha iyi kendini sorgulayan, hızla yükselen bir toplum haline geliyor. Bunu AB içinde herkes, kimi erken, kimi geç de olsa görüyor.