Türkiye'nin üyelik müzakerelerinin bir değerlendirmesi olan İlerleme Raporu, geçen hafta Avrupa Komisyonu tarafından hazırlandı ve Bakanlar Konseyi'ne sunuldu. Genişlemeden sorumlu Komiser Stefan Füle, bir basın toplantısı aracılığıyla bu raporu kamuoyunun dikkatlerine sundu.
Rapor, temel olarak Aralık ayının ilk haftasından sonra gerçekleşecek Hükümet ve Devlet Başkanları Zirvesi için temel bir değerlendirme metni olma özelliği taşıyor. Dolayısıyla yapılanlar kısa saptamalarla not edilirken, yapılması gerekenler çok daha ayrıntılı biçimde ve sorunların temel bileşenleri ortaya konarak anlatılıyor. Her ilerleme raporunda olduğu gibi bu raporda da, teknik ayrıntılar içinde kaybolmak ve adilane olmayan bir değerlendirmeye tabi tutulmuş hissi yaşamak mümkün. Ne var ki, özellikle çeşitli fasıllarda yapılan değerlendirmelere bir bütün olarak bakıldığında, her fasılda çeşitli düzeylerde ilerleme olduğunun saptanması ilginç bir işaret olarak ortaya çıkıyor.
Türkiye'nin müzakere süreci, "Türkiye ile müzakerelerin ileri götürülmesi" başlığı altında inceleniyor. Batı Balkanları kapsayan değerlendirme bölümü ise, "Batı Balkanlar'daki ülkelerin AB üyeliğine yönlendirilmeleri" adlı genel bir başlık altında incelenmiş. İzlanda, "üyelik sürecinin başlatılması" alt başlığıyla inceleniyor. Bu başlıkların seçimi bile, Türkiye'nin genişleme sürecinde ciddi biçimde ayrı tutulduğunu belirgin şekilde ortaya koyuyor.
Rapordaki çelişkiler
İlerleme raporu, Türkiye konusunda çelişkiler içeriyor. Rapordan anlaşılan, Komisyon 2006'da dondurulan fasılların, Türkiye protokolü uygulamadığı (yani tüm üye devletlere, bu arada Güney Kıbrıs'a liman ve havaalanlarını açmadığı) sürece, dondurulmuş kalmasını tavsiye ediyor. Geri kalan fasıllarda Fransa'nın ya da Güney Kıbrıs'ın veto ettiği konular için sesini yükseltemiyor, yapabilmesi de zaten zor, ancak önümüzdeki dönem için Türkiye'nin rekabet hukuku, kamu alımları, sosyal politika ve istihdam politikası fasıllarına odaklanmasını "tavsiye" ediyor.
Komisyonun bu değerlendirmeleri, Türkiye ile AB ilişkilerinin siyasi düzeyde yapılacak bir atılım olmaksızın, teknik anlamda gelişme kat etse bile, yeterince sonuç alıcı olmayacağına işaret ediyor. İzlanda hariç, diğer aday ülkelerin hiçbiri, Türkiye'nin ulaşmış olduğu ve çoğunlukla sorunsuz sürdürdüğü ekonomik bütünleşme sürecinin yarısına dahi ulaşamamışken, sadece "teknik" açıdan bile Türkiye'nin çok kısa sürede üyeliğe hazır hale gelebileceğini söyleyememek, Komisyon'un "tarafsızlık" görünümüne katkı yapabilecek bir husus değil.
Türkiye'de iç politikada geçtiğimiz aylarda bütün enerjimizi esir alan Anayasa değişikliği, Komisyon tarafından "doğru yönde atılmış önemli bir adım" olarak nitelendiriliyor. Bu değişiklik Türkiye açısından üyeliğe giden yolda önemli bir adım olarak ele alınmış ve değerlendirilmiş bulunuyor.
Muhalefet eleştirisi inandırıcı değil
Türkiye'nin dış politika açılımları konusunda Komisyon, Türkiye'nin istikrar yaratan ve ihraç eden bir ülke olduğunun altını çiziyor ancak hemen akabinde "bu açılımların AB politikası ile eklemlenmeleri" konusunda yarı örtülü bir endişeyi dile getiriyor. Komisyon içinde üye devlet temsilcilerinin varmış oldukları uzlaşı noktasının da bu olduğu anlaşılıyor. Kısaca özetlemek gerekirse, teknik açıdan uyum sürecinin farklı düzeylerde de olsa devam ettiği, Türkiye'nin siyasi kıstasları "tatmin edici düzeyde" de olsa yerine getirdiği, Türkiye'nin "işleyen bir piyasa ekonomisi" olduğu; çok muhtemelen "Türkiye'nin Tek Pazar yükümlülüklerini üstlenme kapasitesi bulunduğu" not ediliyor. Geri kalan tüm saptamalar, soru işaretleriyle dolu çünkü AB tarafındaki siyasi irade eksikliği, müzakerelerin daha sağlıklı bir düzeyde ele alınmasına müsaade etmiyor.
Bir İlerleme Raporu, aday ülke hakkında son derece ayrıntılı ve dengeli bir görüntü oluşturur.
Bu raporun bütünlüğünün dışına çıkıp, sadece kimi yerlerini ele alarak muhalefet amacıyla kullanmanın, Türkiye'nin AB perspektifi konusunda bir fikir vermeyeceğini de söylemeden geçmek istemiyorum.
Müzakerelerin sürdürülmemesinin her iki taraf için de son derece önemli bir kayıp olacağı, kimsenin buna cesaret edemeyeceğini göz önüne alırsak, Türkiye ile AB ilişkilerinin, her iki tarafın da siyasi iradelerini kullanarak aşmaları gereken bir duruma doğru gittiğini söyleyebiliriz. Bunun da, sadece Hükümet ve Devlet Başkanları düzeyinde alınacak bir kararla gerçekleşeceği açıktır.