Bir düşünüre "Dünyanın en zor üç şeyi nedir?" diye sormuşlar. Yanıtlamış: "Sır tutmak... Kusur bağışlamak... Başkalarını değerlendirmek..."
"Sır tutmayı" zaten geçiniz, genelde günümüz insanına uygun değil.
Ama kusur bağışlamakta da, başkalarını değerlendirmekte de, insan yine çok ilginç bir varlık.
İnsan kendisinin dışındakine, ötekine bakarken hep farklılaşıyor. İnsan, aynada kendisini görmekte eksik; ötekini değerlendirmekte, yargılamakta hep usta. Bu nedenle başkalarının olumsuzlukları, kendi olumsuzluklarından daha çok ilgilendirir insanı.
***
Servet-i Fünun dönemi şair ve yazarlarından, Türk edebiyatının güzel ismi Cenap Şahabettin (1870-1934) bir zamanlar şöyle not düşmüş:
"Başkası düştü mü, 'çürük tahtaya basmasaydı' deriz...
Kendimiz düşünce, bastığımız tahtanın çürük olmasından şikayet ederiz..."
En iyisi insanın, başkalarına bakmadan önce sürekli kendisine bakmayı öğrenmesi. İnsanı geliştiren, geleceğe taşıyan budur çünkü...
***
Elime çok güzel bir kitap geçti. Arada İzmir'e de dokunan bir '
Bergama' kitabı.
"Bergama Düşlerimin Şehri İzmir Sevdam" adında.
(Kanguru Yayınları) Yazarı Selahattin Tural. Kitap, 1960'lı yıllardan 2000'li yıllara uzanıyor; yaşanmışlıkların gölgesi altında; Bergama'dan, dönem dönem de İzmir'den, sahici bir tablo sunuyor okuyucuya. Kent ve insan manzaraları. Ben de aileden bir Bergamalı ve bir Bergama aşığı olarak, keyifle dolaşıp durdum sayfalar arasında. Anılarla bezenmiş bu tür kitaplar, kentlerin bir izdüşümü gibi.
***
Minik ama çok güzel, anlamlı bir anlatı. David Livingstone, Afrikalı bir kaşif. Bu ünlü gezgine, bir gün Güney Afrika'daki derneklerden biri mektup gönderir:
-Bulunduğunuz yere ulaştıracak "
İyi bir yol" tespit ettiniz mi? Eğer böyle bir yol varsa, bize bildirin. Böylece size katılmak isteyenleri, yanınıza gönderebilelim.
Livingstone'nun mektuba cevabı şu şekilde olur:
-Buraya eğer iyi bir yol varsa gelmek isteyenleri, ben istemiyorum. Benim
'yol olmadığı halde gelmek isteyenlere' ihtiyacım var.
***
Doğu'nun bilge yazarı Halil Cibran '
sevgiyle çalışmanın' sırrını şöyle anlatmış:
"Sevgiyle çalışmak; bir kumaşı, sevdiğiniz kişinin giymesi için dokur gibi, kalbinizden çıkardığınız ipliklerle dokumaktır. Bir evi, sevdiğiniz kişinin oturması için yapıyormuş gibi, sevgiyle ve özenle inşa etmektir. Bir meyveyi sevdiğiniz kişinin yemesi için yetiştiriyormuş gibi, tohumlarını şefkatle atmak, ürünü neşeyle toplamaktır. Tasarladığınız her şeye, kendi ruhunuzdan bir soluk katmaktır."
İnsanın bir işe kendi ruhundan soluk katması, katabilmesi ne büyük güzellik...
***
Eugene Kennedy'nin "Beni Gerçekten Tanısaydın Yine de Sever miydin?" adlı minik kitabı baş ucumda. Sizi meraklandıracak küçük bir alıntı: "Başkaları kendisini sevmeyecek diye korkan bir insanın, bu korkusundan daha kötü ve özgürlüğünü elinden alan bir başka korkusu var mıdır? Yaşamımız boyunca duyabileceğimiz, kalbimizin en derin yerlerinden burkulup koparılmış bir sürü acılı sözcük olabilir. Ama bunların hiçbiri, iyi ve sıradan bir insanın sık sık, belki de yalnızca kendi kendine söylediği şu sözler kadar acı olamaz: Beni gerçekten tanısaydın, sevmezdin..."
***
Bu ülkede son 30 yılda, ne çok şey gördük. İnsanların ve kitapların başına gelmeyen kalmadı. 12 Eylül Askeri darbesi sırasında ve sonrasında, kitapların toprağa gömüldüğünü gördük.
Yasaklandılar diye, kitapların banyoda yakıldığını gördük.
(O zamanlar kocaman ince uzun termosifonlar vardı) Kitapların, odun kömür sobalarında da, yakıldığını gördük. Kitaplara
'görülmüştür damgası' vuruldu. İçimizi çok acıtan ne varsa, hepsini gördük. Vazgeçin içeriğinin ne olduğundan, günümüzde kitaplarla ilgili, hala farklı örneklerin yaşanıyor olması, ne çok acı verici. Ne çok incitici. Kitaplar ve insanlar adına.