Demokrasilerde her seçim bir yenilenmedir, yeni bir başlangıçtır. Son on iki yılda gelgitleri olan bir dönüşüm süreci yaşayan Türkiye için seçimler daha büyük bir yenilenme imkânı taşıyor.
10 Ağustos cumhurbaşkanlığı seçimleri de Erdoğan'a siyasal misyonunu tamamlama fırsatı sunuyor. Seçim zaferi ile Erdoğan yeni Türkiye'yi kuracak siyasi lider olduğu gerçeğini tahkim etti.
Muhtemelen önümüzdeki on yıl Erdoğan'ın Türkiye siyasetini şekillendirmede kendisini en fazla muktedir hissedeceği dönem olacak.
Elbette bunda halkoyu ile doğrudan seçilen ilk cumhurbaşkanı olmasının getirdiği demokratik meşruiyetin büyük etkisi var.
2015 genel seçimlerinin sonucu da bu kurucu liderliğin misyonunu gerçekleştirme arzusunun imkânlarını ve sınırlarını gösterecek. Yeni bir Anayasa ile sistem değişikliğinin gerçekleşip gerçekleşemeyeceğine tanıklık edeceğiz.
Balkon konuşmasındaki vurgular Erdoğan'ın kendisinin cumhurbaşkanlığına yüklediği "misyonu" tebarüz ettirmektedir: "Yeni bir toplumsal uzlaşma anlayışıyla farklılıklarımızı değil, ortak değerlerimizi öne çıkararak, yeni bir istikbali inşa etmek."
Erdoğan, "Çankaya artık vesayet aracı olmaktan çıkmış, milli iradenin tam egemenliği altına girmiştir" cümlesi ile aktif cumhurbaşkanlığı misyonunu savunan bir demokrasi söylemini dolaşıma soktu. Bu söylemin "Yeter söz de milletin, karar da milletindir" ve artık "Devlet ve millet aynı istikamete bakıyor" boyutları Erdoğan'ın misyonunu yeni bir düzleme taşımakta.
Erdoğan Cumhuriyet dönemi siyasi hayatımızda "istisnai bir role sahip siyasi aktör" olduğunun farkında. Daha da önemlisi ise bu özgün yerini "büyük bir restorasyon ve inşa" için seferber etme arzusunda. Bunun bir göstergesi de yeni bir millet tasavvuruna yaptığı vurgu.
Bu yeni tasavvur etnik, dini ve mezhebi farklılıkların ifadesini ve temsilini kabul eden ama aynı zamanda hepsini ortak bir aidiyete davet eden bir Türkiyeliliktir. Yeni Türkiyelilik tahayyülünün Erdoğan'ın liderliğini farklı toplumsal kesimlere benimsetme gayreti olduğu açık. Ancak bunun da ötesinde Erdoğan, Kürt ve Alevi açılımlarını tümüyle hayata geçirecek bir siyasal meşruiyeti ve imkânı ele geçirdi.
Muhalefetin uzun süredir nafile bir çabayla tükettiği "Erdoğan karşıtlığı" sermayesi Erdoğan'ın misyonunu gerçekleştirmesini engelleyecek bir mahiyet taşımıyor. Hatta tersine bu sermaye muhalefetin Erdoğan'ın siyasi paradigmasına ve stratejilerine yenilmişliğini garanti ediyor. Muhalefetin bu sıkışmışlıktan kurtulmasının hiç de kolay olmadığı ortada.
AK Parti dışındaki siyasal partilerin en büyük zorluğu Erdoğan'ın siyaset tarzının dinamizmi ile halleşememeleri. Erdoğan'ın karşısına alternatif bir siyasal misyon koyamamaları.
Ayrıca, Erdoğan, muhalefetin argümanlarını kendi dili içinde eriten bir maharete sahip. İhsanoğlu ve Demirtaş'ın "uzlaşma ihtiyacı" argümanını pasif bir dilden çıkarak hem kendi liderliğini tahkim eden hem de bir dizi reformu yapacak aktif bir düzleme taşıyor. Böylece bu mahareti sayesinde hem istikrarı hem de değişimi temsil eden siyasi lider olarak kendisini sunabiliyor.
Bir yandan, AK Parti tabanı ile kurduğu "güçlü duygudaşlık" Erdoğan'ın bir siyasi hareketin lideri olmasını pekiştirmekte. Öte yanda, kamuoyunu yönetme becerisi ile de Türkiye siyasetine getireceği değişimleri halka anlatabilme imkânına sahip.
Erdoğan'ın önündeki meydan okuma, "yeniden inşa" misyonunun gerektirdiği insan sermayesini kendisine oy vermeyen kesimlerden devşirme konusunda olacak. Bunun için de farklı kesimleri kuşatan aktif bir uzlaşmayı yaratması lazım.
Zira bölgesinde ve dünyada etkili bir ülke olma hedefi için Türkiye'nin tüm kesimlerinden bir insan ve emek seferberliği gerekiyor.