Başlık biraz Peyami Safa'nın ünlü Fatih- Harbiye romanı gibi oldu!.. Anlatacağım ise şehircilik ve korumacılık üzerine.
Geçen cuma, İstanbul'da tarihi koruma sorununun ısrarlı takipçisi Radikal gazetesinde "Bizans Zafer Takı'nın Üstüne Beton!" başlıklı koca sayfa haberi görünce, kan beynime çıktı. Tam Edebiyat Fakültesi'nin karşı kaldırımında, Simkeşhane'nin yanıbaşında yıllardır duran ve geç Roma/ erken Bizans dönemine ait zafer takının mermer kalıntılarını, her sanatsever gibi ben de biliyordum. Bir zamanların Theodosius meydanındaki taktan kalan dev mermer bloklar, 1927 kazısında bulunmuş ve olduğu yerde bırakılmıştı. Hep umduğumuz, bunların günün birinde onarılıp o takın hiç olmazsa kısmen ayağa kaldırılmasıydı. Oradan kazınması değil!..
O öfkeyle işimi- gücümü bırakıp Beyazıt'a koştum. Ve bir ölçüde teselli buldum. Yerle bir edilen o mermer bloklar değil, hemen arkadaki ağaçlı alandı. Gerçi bu da savunulur şey değildi: Ağaçlar kesilmiş, oradaki daha küçük parçalar ise bir köşeye yığılmıştı. Birkaç bölüme beton dökülmüştü, mıcır ve demir yığınları bunun devam edeceğini haberliyordu. Sanırım bu belediyenin nedense pek sevdiği gibi, buraya bir beton havuz yapılacaktı.
Ben resim çekerken bir hanım yaklaştı. İşin başındaki "peyzaj mimarı" Merve Şeker imiş. Gazete haberinin "yanlış olduğunu" söyledi, belediyeden sorumlularla konuşmamı istedi. Güvenilir ve sempatik bir hanımdı. Ama göreceğimi görmüştüm, "yetkililere" hiç ihtiyacım yoktu.
Yöreyi biraz dolaştım. Ve Fatih Belediyesi levhası taşıyan birçok eski eser restorasyonu gördüm. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa külliyesinden Emir Buhari binasına, Alman Çeşmesi'nden türbelere, Unkapanı'ndaki Bizans sarnıcından Yerebatan karşısındaki yeşil alan düzenlemesine...
Peki ama bir yandan bu güzel işleri yapan ve artık Eminönü'yle birleştikten sonra İstanbul'un tüm tarihi bölgesinin tek sorumlusu olan Fatih Belediyesi, niye zaman zaman böyle densizlikler de yapabiliyordu? Çok tartışmalı Sulukule evlerinden Balat kentsel dönüşümündeki kimi olaylara, Ayvansaray yöresinde yıkılan tescilli evlerden Ayasofya parkı düzenlemesinde kesilen ağaçlara...
Bakınız, geçenlerde bir TRT çekimi için yine Beyazıt'ta adını unuttuğum bir otele gittim. Gülşah Maraşlı'nın programını, otelin bodrumunda, eski bir Bizans yapısının etkileyici duvarları arasında çektik. Otel yapılırken bulunmuş ve en azından aynen korunmuştu. Şimdi de otele önemli bir kimlik kazandırıyordu.
Oysa o civarda uluorta izin verilen inşaatlarda kimi buluntuların hemen yok edildiğini okuyup durmuyor muyuz?
Şunu anlamak şart: Tarihi İstanbul artık yalnızca bizim malımız değildir. Tüm insanlığın malıdır. Başta üyesi olduğumuz UNESCO, birçok uluslararası kültür ve koruma kurumunun dikkatli gözleri üzerimizdedir. Ve hiçbir yerli kurum, kişi ve kuruluş, bu yöreye kaba ve toptancı biçimde, basit rant veya sözüm ona imar kaygılarıyla yaklaşamaz. Bu tür yaklaşımlar, kente, tarihe ve topluma karşı işlenmiş suçlardır. Ayni biçimde, bu tür olaylarda koruma kurulları da hemen göreve koşmalı ve üzerlerine düşeni yapmalıdır. Lütfen dikkat edelim.