Benim için ne yoğun bir hafta oldu!.. Pazartesi gecesi Çırağan sarayında TEB- Türkiye Ekonomi Bankası sponsorluğunda İznik Vakfı Viyola Topluluğu'nun konseri vardı. Tarihi İznik kentini eşsiz çinileriyle birlikte tanıtmayı amaçlayan vakfın, uluslararası bir düzineye yakın genç kemancıyı bir araya getirdiği bir müzik şöleni...
Çarşamba akşamı, sevgili Çolpan İlhan'in kendi adını verdiği yepyeni bir salonun açılışındaydık: Cihangir'deki Sadri Alışık kültür merkezinin 4. katındaki güzel bir oda tiyatrosu. Çolpan'ın başrolünde oynadığı Sonbaharı Beklerken oyununu daha önce izlemiş ve yazmıştım. Önemli olan, her gün bir salonu kapanan talihsiz Beyoğlu semtinde, özel bir girişimin yeni bir tiyatro açmasıydı. Bu yeni maceraya başarılar diliyorum.
Cuma akşamı benim için hayli duygusal oldu. Çünkü SSM- Sakıp Sabancı Müzesi'nde verdiğim Fransız Sineması Tarihi kursunun 4. ve son dersiydi. Yine öğrencilere sembolik diplomalarını dağıttım, son söyleşiler yapıldı, son resimler çekildi. Bu küçük, ama has sinemasever gruba teşekkürlerimi sunuyorum.
Ama en önemlisi, perşembe gecesi yine SSM- The Seed mekânında kutlanan Milliyet Sanat'ın 40. yıldönümü oldu. Tüm tarihi, eski kültür ve sanat mekânlarının sanki planlı biçimde yok olduğu ülkemizde, en azından kurumların böyle uzun ömürlü olması ne güzel... İKSV'nin 40. yılı, İstanbul Sinema Festivali'nin 30. yılı. Derken, o benzersiz Milliyet Sanat dergisinin 40. yılı...
O güzel ve kalabalık gecede (aslında daha da kalabalık olmasını beklerdim!) sayısız sanatçı dostla bir araya gelip söyleşirken, o eski günleri andım. Abdi İpekçi'nin girişimi ve Şakir Eczacıbaşı'nın önderliğiyle çıkmaya başlayan haftalık dergiyi, işin başındaki dostlarım Zeynep Oral, Akal Atilla, nedense hep unutulan Zekai Muratçay ve Bülent Berkman'ı. Ki Abdi bey, Şakir bey ve Zekai artık aramızda değiller.
Sonra derginin aylığa dönüşmesi ve başına Ülkü Tamer'in getirilmesi. Yine Zeynep ve ekibine dönüş ve bu kez 15 günde bir çıkan bir dergi. Sonra yeniden aylık ve Tuğrul Eryılmaz yönetimi. En son, Filiz Aygündüz ve 'kızları'nın işbaşına geçmesi.
Ben de az mı katkıda bulundum bu dergiye? Örneğin Paris'te bizde yasak olan Altın Palmiye'li Yol filmini gördüğümde heyecanla yazdığım yazıyı, 12 Eylül günlerinde Cumhuriyet bile yayınlayamadığı için oraya verdiğimi hatırlıyorum. Ya da yazdığım 'ağıt' yazılarını: Orson Welles'den Rita Hayworth'a... Ne mutlu bana ki Milliyet-Sanat'la ilişkim hâlâ sürüyor: her ay yazdığım bir 'kült filmler' dizisiyle...
Kültür hayatımızın bir vazgeçilmezi olmayı başaran dergiye uzun ömürler diliyorum.