Allah rahmet eylesin, eski bakanlardan Veysel Atasoy'un cenaze namazından sonra gazetede, Adalet Bakanı Cemil Çiçek'le birlikte, öğle yemeğindeydik. Yemeğin ortasında önümüze bir "açıklama" geldi.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 4 sayfalık "bildirisi."
Herkes çatalı, bıçağı bıraktı. Üzerinde çok çalışıldığı ve her kelimesinin özenle seçildiği anlaşılan "tebliği" okumaya başladı.
***
- Sayın Bakan... Sıcağı, sıcağına ne diyorsunuz?
- Boğaz 9 boğum... Laf da öyle.
Çiçek konuşmak istemiyordu. "Konuşun" dedik. Konuştu:
- Beş hükümette görev aldım... Parlamentoda en uzun süre bakanlık yapan kişiyim... Ama bugün zorlandığım kadar hiç zorlanmadım.
***
Cemil Çiçek'e "neden" diye sorduk:
- Söyleyecek söz mü bulamıyorsunuz
- Söyleyecek söz bulamamaktan değil... Kelimeleri seçememekten değil... Düşüncemi ifade etmekte sıkıntı duymaktan da değil.
- Öyleyse
- Çok farklı bir durumla karşı karşıyayız da ondan.
***
Cemil Çiçek "siyaset adamı olduğu için" bu konuya pek girmek istemiyor:
- Zira konular kendi çerçevesinden çıkarsa ve hele siyasi zemine kayarsa, sorunların çözümü zorlaşır.
"Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu Başkanı olduğu için" yine konunun dışında kalmak niyetinde:
- Yurdun her yerinde fedakarca görev yapan 10 bin kişilik adalet camiası bu tartışmalardan rahatsızlık duyar.
Ve "konu yargıya intikal ettiği için" fikir beyan etmeyi doğru bulmuyor. Yani "laf 9 boğum." Bakan "konuşamıyor."
***
Bir yandan yemeğe devam ediyoruz. Bir yandan da 4 sayfalık "beyanname" ye göz gezdiriyoruz. Ve "Neşter" bölümünün altını çiziyoruz. Neşter soruşturmasının sonucu "kamuoyunu tatmin etmemişti." "Başsavcılık makamı" diyor ki:
- Yargı ve Yargıtay camiasını da tatmin etmedi.
Buna "eleştiri" mi demek lazım "Özeleştiri" mi?
Yargının, kendisini ilgilendiren konulara "neşter vurması" mı
***
Ve yemektekilere "bir dakika" diyoruz. Odamızdan "iki dosya" alıp geliyoruz.
Biri "247 sayfa."
Diğeri "106." İkisi de "Neşter iddianamesi." 15 Haziran 2004 tarihli olan iddianamenin "bir cümlesinin" altını daha önce renkli kalemle çizmişiz. (Sayfa 103) O cümleyi masadakilere okuyoruz:
"Yargının zan altında kalmamasının yolu, kendi içinde veya kendisine yönelik olumsuzlukları bertaraf edebilmesinden geçmektedir."
***
İşte "işin özü" bu. Yargı "kendi sorununu kendi çözmeli." Kendi kapısının önünü "kendi temizlemeli."
"Kendi göbeğini kendi kesmeli." "Neşter üzerine" aylarca çalışan savcı Ömer Suha Aldan'ın, 103. sayfadaki sözlerine "herkesin kulak vermesi gerek."
Öyle anlaşılıyor ki "Neşter yarası" olmasaymış, "Yargıtay- MİT-Çakıcı krizi" bu kadar derinleşmeyecekmiş.
Kimbilir "Neşter" örtülmeseydi... Belki "bu işler" bu noktalara kadar gelmezdi.
***
Yargı yıprandı.
Daha fazla yıpranmamalı.