Litvanya'yı yenebilsek, bizi şampiyona sonuna kadar taşıyabilecek güveni ve inancı da kazanacaktık. Rakip, Avrupa hatta dünya basketbolunun ekol ülkesi Litvanya olunca, kazanmak için de doğruların bir hayli yoğun olması gerekiyordu. Ama biz seyreğini bile çok ender becerebildik.
İkinci çeyreğin ortalarında 8-10 sayı geriye düştükten sonra maç bitmiş gibi davrandık. İlk yarı 44 sayı yerken çember altı hakimiyetini tamamen rakibe bırakmıştık. Pota altında 4/19 (% 21) ile hücum etmiştik. Litvanya 14/22 (% 66) ile burada bizi tam anlamıyla denize dökmuştü. Bu fark, skorda bizi sürekli geride tuttu; kazanmaya olan inancımızı da tamamen bitirdi.
Pota altını, boyalı alanı kaybedersen maçı da kaybedersin! Oyun kurucularımız maalesef rotasyon ile sadece dakikayı paylaştılar. İlk yarıyı sadece üç asistle bitirmemiz ne kadar düşük tempolu ve şiddetsiz oynadığımızın istatistik gerçeği oldu.
Litvanya'yı 80'lerin altında tutabilmek için öncelikle kolay yemeyeceksin. Hücumunla maça ortak olman için de sen de rakip pota altını kullanıp daha yüksek yüzdeli atışlara yöneleceksin. Pota altını iyi savunamamak ve galibiyeti sadece dış atışlara, zorlamalara bağlamak, hareketsiz hücumlarla sayı aramak basketbolun bugünkü kazanma gerçeğinin çok uzağında.
Karalar bağlamanın da alemi yok. Bu da şampiyonanın devamını oynamanın gerçeği. Çek Cumhuriyeti Almanya'yı kılpayı kaçırdı elinden. Uzatmada biriki başarılı şut onlara çok değerli bir galibiyeti getirebilirdi. Tüm pozitif olgulara rağmen Çekler'in altıncı ve yedinci adamı bile zor bulduklarını, hücumda çok durağan Almanya'nın her şeyi Nowitzki'den beklediğini bilerek tüm inancımız ve ruhumuzla grup ikinciliğini hedeflemeliyiz. Bu, mecbur olduğumuz galibiyetlerle hem puanları hem de bir üst grupta İtalya ve Fransa'yı yenebilmek için gerekli basketbol inancını kazanacağız. Belki de o zaman tamamen gerçeklere yönelip Cenk'ten, Hido'dan oyun kurucu, Kerem'den 3 numara aramak yerine, onları alıştıkları pozisyonlarda kullanarak değerlendireceğiz. Taş yerinde ağırdır.