Hepimizin birleştiği bir nokta var; iyi bir milli takımımızın olduğu. Oyuncularımıza tek tek baktığımızda, Avrupa'nın dev takımlarının kalitesinde olmasalar bile, orta düzey rakiplere karşı kesin bir üstünlük kurmaları gerekiyor.
Bu kadronun asları ve yedekleri; İtalya ve Brezilya ile oynadıkları hazırlık maçlarını yenilmeden bitirdiler. Yani konsantre olduklarında, iyi yönetildiklerinde klaslarını da ortaya koyabiliyorlar.
Ancak İsviçre maçından sonra gelen cezalar ve dörtte dört ile başladığımız grup maçları bir şeyi gözümüzden kaçırdı: iyi oynamıyorduk.
Hep deplasman ve hep seyircisiz bir ortamda iyi oyundan ziyade, kayıpsız maçların beklenmesi de doğal. Fakat daha farklı olmak adına bu etaplarda bir gelişme sağladığımızı da söylememiz zor. "Aman kazanalım da" diye düşündük, gerisini bir kenara attık.
Mustafa Denizli de bu görüntünün doğal olduğunu savunanlardan. "Yürüdüğünüz yolun belli bölümlerinde kazanmanız gerekir, belli bölümlerinde de iyi oynayarak kazanmanız. Stratejiyi ortamınıza göre belirlersiniz. Ama herkesin düştüğü yanlış 6-7 maçta Yunanistan'ı Avrupa Şampiyonu yapan defansif sistemin, bir lig maratonunda da geçerli olduğunu sanmaları" dedi.
Bir teknik adam olarak hedefe yürürken öncelikle kazanmanın sorgulanmasına inanıyor.
Biz daha farklı yaklaşıyoruz. Her şeyi istiyoruz sahadakilerden. Çünkü onların bunu yapabilecek düzeyde olduklarına inanıyoruz. Ve istediğimiz olmayınca, üzülüyoruz, kızıyoruz.
NEYE ÜZÜLDÜKLERİ ÖNEMLİ
"Biz herkesten daha çok üzülüyoruz" repliği, her kötü sonuçtan sonra futbolcuların ve teknik adamların cebindedir. Doğrudur da. Ama neye üzüldükleri önemli. Yapılacak eleştirilere mi, kaybettikleri prime mi, sonucu kendilerine yakıştıramadıklarına mı, onları güvenenlere mahcup olduklarına mı?
Malta karşısında yenilgiden kurtulanların, bariz hakem hatası sonrasında Macaristan'ı yenmeleriyle tekrar apoletlerini takmaları mümkün mü?
Bize daha iyi bir maç seyrettirmediler. Bize daha "İşte takımımız" dedirtmediler. Sürekli "ceza" edebiyatı ile "mazlumu" oynadılar. Ve Macaristan galibiyeti ile yumruklarını havaya kaldırıp, temsil ettikleri halkla aralarındaki tek bağ olan habercilerin yüzüne bakmadılar. Hiç kızmasınlar. Biz onlardan hep daha iyisini bekleyeceğiz. Onlar da, ya oldukları gibi görünsünler, ya da göründükleri gibi olsunlar.
Ders alsınlar, kendilerini geliştirsinler ve herkes layığına kavuşsun.
Biz de, onlar da.
Böyle yazmak aslında ne kadar kötü. Biz ve onlar. Hani biz takımdık?