Özgür Gündem gazetesinin basıldığı Gün Matbaası'na 24 Mart Cumartesi günü gelen polisler, gazetenin 25 Mart tarihli sayısının basılan tüm nüshalarına el koydu. Bunun nedeni, Istanbul 14'üncü Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararıydı. Mahkeme, Terörle Mücadele Yasası uyarınca, gazetenin o sayısında 1, 8, 9, 10 ve 11. sayfalarında yer alan haber, yorum ve fotoğrafların "örgüt propagandası" olduğuna hükmetmiş, bir ay süreyle yayınına yasak getirmişti.
Karara hukuksal gerekçe olarak TMY'nın 6/5 maddesi gösterilmişti:
"Terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde suç işlemeye alenen teşvik, işlenmiş olan suçları ve suçlularını övme veya terör örgütünün propagandasını içeren süreli yayınlar hâkim kararı ile; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de Cumhuriyet savcısının emriyle tedbir olarak on beş günden bir aya kadar durdurulabilir."
Gelişme önemliydi. Çünkü, çok uzun bir zaman sonra yargı ilk kez günlük bir gazeteyle ilgili bu kadar sert, "azami süreli" bir yasak kararı vermiş bulunuyordu. Üstelik bu gelişme, ülkede hem Kürt sorunuyla, hem de ifade özgürlükleriyle, yasaklarla, demokratik anayasayla ilgili tartışmaların en hararetli olduğu günlere rastlamıştı.
Haber 24 Mart günü boyunca ajans, internet ve sosyal medyada yer bulduğu halde, SABAH'ın ertesi günkü sayısında yer almadı. Önemi çok geçmeden fark edildi, gerek dış dünyadan (Gazetecileri Koruma Komitesi, CPJ), gerekse iç kamuoyundan (Medya Derneği, ÇGD ve TGC) gelen tepkiler üzerine okurlarla salı günü paylaşıldı. Uluslararası önemdeki bu olay, iki-üç istisna dışında, SABAH da dahil hemen tüm Türkiye medyasınca iyimser yorumla "atlanmış", kötümser yorumla "görülmemiş" oldu. Özelde SABAH ve genelde medya, kendisini de kapsayan bir hayati alanda sınavı veremedi.
Özgür Gündem'in siyasi kimliği ve editoryal çizgisi nedeniyle, muhtemelen reflekslere yenik düşen meslektaşlara ve konuya hâkim olabilmeleri için okurlara "neden bu kadar önemliymiş?" sorusunu biraz daha açalım.
Demokratikleşme ve "normalleşme", özgürleşme ile uyumlu ise anlam kazanır. Çünkü özgürlük genişlediği ölçüde bu dönüşüm süreçleri hız kazanır, hedeften şaşmaz. Bu tür "geçiş dönemlerinde" medyanın açık topluma yaraşır bir kamu platformu ve kamusal denetimci olabilmesi için bütün özgürlüklere var gücüyle sahip çıkması şarttır. "Özgürlük bana, yasak sana" anlayışıyla bir yere varmak da mümkün değil.
Özgür Gündem'in kapatılması -ve daha sonra bu yasağın aniden kaldırılması- kararı, işte bu ilkeye sahip çıkamadığı için medyanın kötü sınavı oldu. Hangi kişi, gazete, kurum, yayın, kitap, film vs olursa olsun, özgürlüğe ayrımcılık yapmadan sahip çıkma noktasına hala gelinemedi. Üstelik AİHM kararları ve baskısı nedeniyle hükümet tam da gazete kapatılması ve matbaadan nüsha toplatılması tipi ilkellik örneği kararların yargı gündeminden çıkarılmasını öngören iki reform paketini hazırlamışken. AİHM yargıcının "terörle mücadele ifade özgürlüğünü asla engellememeli" hatırlatması Ankara'da haklı olarak karşılık bulmuşken. Medyanın bu ülkedeki sancılı özgürlük alanı konusunda en ufak taviz vermemesi, ihlallerin üzerine üzerine gitmesi gerekirken.
İfade özgürlükleriyle ilgili hassasiyet -şiddet övgüsü, ırkçılık ve nefret söylemi dışındahangi görüş olursa olsun medyanın ortak aklında bulunmalı, çünkü bu doğrudan mesleksel varoluşumuzu ilgilendiren bir konu.