Uludere faciası artık iyice müzminleşen bir şiddet sarmalının insani boyutunu "terör haberlerini" iyice mekanikleşmiş bir dile indirgeyen medyanın yüzüne çarptı. Silahın egemen olduğu süreçlerin masum sivilleri de nasıl etkilemekte olduğunun en acı örneklerinden biri yaşandı.
Kanayan ve kanatan bu süreçlerin haberleştirilmesinde en önemli unsur dil. Bu konuda defalarca yazdım; işin ABC'si haber dilini hem devlet dilinden hem de yasadışı örgüt dilinden ayıklayıp, "temizleyip" verebilmekte. İkincisi de gerçeklerin, akıl, sağduyu ve vicdan adına sonuna kadar üzerine gidebilmekte.
Sakin bir dil, berrak bir vicdan, medeni cesaret, dürüstlük, taraf tutmamak. Bu konu ne kadar "hassas" olursa olsun, SABAH gibi kitle gazeteler bu beş ilkeyi rehber olarak görmeli. En basitinden, bu ülkede iç barışın gelmesini, siyaseti bulandıran şiddetin son bulmasını isteyen Türk veya Kürt çok sayıda rasyonel okuru var.
Ama Uludere'de, medya bunun tam tersi bir yolda ilerledi. İçselleştirilmiş bir "haberi örtbas etme" çabası TV haber kanallarını kuşattı.
Bu arada iki önemli gazetenin çok sayıda yazarı, gazetelerinin sahipleri arasındaki ihtilafı yorumlamayı Uludere faciasını değerlendirmeye tercih etti.
Gazetecilik açısından iyi bir sınav verildiği söylenemez.
Temel soru hep gündemde: Medyamız bu şiddetin, PKK sorununun bitmesine mi, sürmesine mi katkıda bulunmak istiyor?
Ülkenin ve onu yönetenlerin ayağına dolanan bu sorun bitsin deniyorsa, artık kireçlenmiş alışkanlıkların terk edilmesi gerek.
Haberlerde kullanılan mekanik dil, büyük ölçüde habercinin resmi söylemleri "kopyala-yapıştır"ından, editörlerin de buna imkân tanımasından kaynaklanır.
Her gün yaygın medyanın her köşesinde rastlanan örneklerden ikisi, SABAH gazete ve internet sayfalarından:
"Tunceli'de güvenlik güçleriyle çatışmaya giren 6 terörist ölü olarak ele geçirildi... (31 Aralık)
"Diyarbakır kent merkezine saldırı düzenlemek için gelen 2 terörist etkisiz hale getirildi." (31Aralık)
"Ölü olarak ele geçirmek", "etkisiz hale getirmek" vb bir yığın "asker-polis" jargonu, haberciliği kirletmeye devam etmekte. Bunlardan kurtulmak için artık hiçbir şey yapılmaz hale geldi. "Terör bitsin", "insanlar ölmesin" deniyorsa ve siyaset genelinde bu paylaşılan bir hissiyatsa, bağımsız bir dilde ısrar etmenin barışma süreçlerine olumlu katkısını görebilmeliyiz. Aksi halde kopuşmuş ve grupları birbirine kızgın-küskün bir toplum tablosunun sorumluluğu medyanın üzerinde olacak. Medyanın mayası dildir.
Medya her gün topluma ona ait gerçek hikâyeleri anlatmak için var. Bu dil ne bir siyaset adına sansürlenebilir, ne de silahların gücüne dayalı bir örgüt ideolojisi adına.
Sansür, ne kadar istenirse istensin, işlemez. İşlemediği, işlememesi gerektiği Uludere'deki insanlık faciasında görüldü. Bu medya gerçeklere ulaşıp anlattığı ve soru sorduğu için var. Ama bu medya kendi gerçekleriyle de yüzleşmek ve kendisine de sorular sormak zorunda.