Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Doğan Medya Grubu patronu Aydın Doğan arasında yaşanan "patlama" kötü mü oldu?
Tam tersi.
Yasemin Çongar'ın Taraf'ta geçen gün yazdığı gibi, bu kavga siyasetle medya arasındaki "marazi ilişkiyi" bitirme açısından "hayırlara vesile" sayılmalıdır.
Bana bugün "özel" bir ombudsman köşesi açmasını Ergun Babahan'dan bilhassa rica ettim.
Çünkü, bu kavganın farklı boyutlarının SABAH okurlarına açık açık, dürüstçe anlatılmasında binbir fayda var.
SABAH hem duruş, hem eleştiri, hem de özeleştiri açısından çok önemli, şu anda başrolde olan bir gazete. Bu kavga da bizi, yani gazetecileri çok kritik bir aşamaya getirmiş durumda.
Daha önce defalarca bu köşede mesleki rol, editoryal bağımsızlık ve medya sahibi-siyasetçi-gazeteci ilişkileri üzerinde yazdım. SABAH'ın Çalık Grubu tarafından satın alınması ardından, en kritik noktaların altını ısrarla çizdim.
Şimdi şu soruyu sormamız gerekiyor:
Gazeteciler kimin için çalışır?
Buna geri döneceğim.
Bu kavga, bir barajın yıkılması, iyice şişen bir cerahatin patlamasıdır.
İki tarafın da haklı olduğu yerler var.
Dünkü Milliyet'te Hasan Cemal'in ve Yeni Şafak'ta Ali Bayramoğlu'nun yazılarını okursanız, "büyük fotoğrafı" göreceksiniz.
Ama her iki yazıyı peş peşe, birlikte okursanız.
Cemal, Deniz Feneri olayındaki tartışmasız "haber değeri"ne dikkat çekiyor, Erdoğan'ın medyanın önemli bir bölümünü "haşlayarak", "tehdit ederek" baskı altına almasını sert biçimde eleştiriyor.
"Kötü hal"den sınıfta bırakıyor.
Son derece haklı.
Ali Bayramoğlu da Cemal'in kaldığı yerden alıyor, Erdoğan'ı üslup ve çıkışını eleştirdikten sonra neşteri "merkez medya" diye bilinen Doğan Grubu'na atıyor. Ona göre, bu grup, genel olarak, öteden beri, siyasetmedya arasındaki ilişki kirliliğinde, "rant ve çıkar gazeteciliğinde", iş takipçiliğinde, etik değerlere yönelik "vandalizm"de başrol oyunculuğunu üstlenmiştir.
Patron çıkarına endeksli siyaset mühendisliğinin, iktidar şekillendirme veya yok etmenin, tehdit ve şantaj zincirinin "merkez medyası" olmuştur. Bu grup içindeki "ifade özgürlüğü", çoğu kez patron çıkarlarının seyri ile belirlenmiş ve sınırlanmıştır.
Son derece haklı.
Umur Talu'nun dünkü SABAH'taki yazısında da "gazeteci-iktidar" ilişkilerinin hüzünlü anatomisini görebilirsiniz.
Yorumlara bakınca, iki temel, "çekirdek" konuya saplanıyoruz:
- Siyasetin ve/veya medya patronlarının iktidarını besleyen hoşgörüsüzlük,
- Etik değerlere saygıyı kaybeden, hatta inkâr eden medyanın çıkmazı...
Başbakan'ın eleştiriye tahammül sorunu olduğu, "öfke yönetimi"ni bir türlü halledemediği malum.
Baykal ve öteki siyasiler gibi, öncekiler gibi o da basına karşı hoşgörüsüz.
Ama Aydın Doğan'ın da onlardan hiç farkı yok.
Pek çok medya patronu da aynı tavır içinde.
Farklı ve aykırı düşünce sahiplerine korku salmada, haber verme özgürlüğüne kısıtlama koymada tavırları ortak.
Hasan Cemal, dünkü yazısında, Aydın Doğan'ın Başbakan'a "Güzel şeyler yaptın, bizi AB'ye götür, yalan yanlış iftira ne varsa düzeltmeye hazırız, ama tehditle baskıyla olmaz" gibi sözlerine yer vermiş.
Güzel de, mesele bundan mı ibaret?
Hilton, rafineri vb konularda yapılan görüşmeler, bilindiği halde, Deniz Feneri kadar "haber değeri" taşıdığı halde, neden Doğan Grubu'nda haber veya yorum olamıyor? Orada çalışan dürüst araştırmacı muhabirler neden kıvranıyor?
Editörler neden haber ayıklıyor?
Rafineri görüşmelerinde Çalık Grubu'nun da adı geçiyor olduğuna göre, bizler acaba SABAH'ta bu haberlerin üzerine neden gidemiyoruz?
Pusulamız neden şaşkın?
Karamehmet medyası neden hep kendisine yontuyor? Rotası neden bire bir patrona endeksli?
Gülen cemaati hakkında bir yolsuzluk haberi patlasa, acaba Zaman grubu tarafından nasıl verilir? Cumhuriyet'in Ergenekon haberlerini nasıl çarpıttığını, nasıl yorumladığını, bazı haberleri nasıl "görmediğini" görmedik mi?
AB'ye yürümek demek, medyada, gazetecilikte de evrensel değerlere yürümek değil mi? Özgürlük ve etiğe saygı, adam gibi gazetecilik demek değil mi?
Yıllarca ilişkileri ekonomik çıkar üzerine kurgulayan, halka ait değer ve ihtiyaçlardan fersah fersah uzaklaşmış, etiği zerre kadar iplemeyen bir medya patronluğu anlayışı ile bu ülke nasıl AB'ye yürüyecek? Bu medyayla mı?
Şeffaflaşmayan, el altından iş götüren, bunları haber olarak görenleri tehdit eden bir medya, başbakandan veya herhangi bir merciden hesap sorarken, insanların hayatını karartırken, "yanlışımız varsa düzeltelim" deyip sonra hiçbir şey yapmazken, "hoşa gitmeyen" görüşleri savunan insanlar işten atılmışken nasıl inandırıcı olabilir?
Doğan Medya Yayın İlkeleri her gün neden ihlal ediliyor?
Doğan Yayın Konseyi'nin başkan koltuğunda neden holdingin patronu oturuyor?
Hürriyet'in ombudsmanı neden görevinden ayrıldı?
Milliyet'in eski ombudsmanı neden bir yalan haberi eleştirdi diye işinden edildi?
Halefi neden sıkıntı içinde?
Doğan Grubu'nun farklı düşünen köşe yazarları sırf onu bunu eleştirdiler, onu bunu savundular diye neden kendilerini kapı dışında buldular?
Mesela Umur Talu ...
Mesela Emin Çölaşan ...
Yıllar önce SABAH'ta Mehmed Ali Birand ve Cengiz Çandar sırf asker öyle istedi diye susturulmadılar mı?
Hadi "patron tasarrufudur, yapar" diyelim.
Bugün basın özgürlüğünü savunanlar neden o zaman bu özgürlüklerinden imtina etti ve kötü kriz yönetimlerini, bu yanlış kararları, yanılgıları, susturmaları eleştirmedi?
Böyle şey olur mu?
Uzan ve Karamehmet medyasında "bana patronum hakkında en ufak bir eleştirel haber yayınlatamazsınız, bu da benim özgürlüğüm" diyen "editörler" türemedi mi?
Böyle şey olur mu?
Kimse "ekmek kapısıdır" demesin. Öyle basit değil.
Bu özel mesleğin bir onuru ve haysiyeti var.
İşimizi dürüstçe yapmak için...
Siyasi iktidar ve patron iktidarı ... Bize ait olan özgürlüklerin işte bu iki "baskı ve korku kaynağı"ndan mutlaka kurtarılması, koruma altına alınması gerekiyor.
Neden bu kavgada zikredilen basın özgürlüğü" konusunda basın "tek ses tek nefes" olamıyor?
Sizce neden acaba?
Yapılan binbir hatanın altında kalmaktan, basınımızın kendisini kandırmış olmasından, kendimize yalan söylemekten, patron yağcılığından, korkudan...
Patron çıkarı, şahsi çıkar, yalakalık adına halktan kopmaktan...
Bu masal bitecek.
Özeleştiri ve özdenetim başlayacak.
Önce günahların hesabı verilecek.
Özür dilenecek.
Bunu da en başta, ülkenin en büyük medya grubunun patronu yapacak.
Tıpkı Dinç Bilgin'in geçenlerde yaptığı gibi.
Tabii "hatamız neyse söyleyin düzeltelim" lafının arkasında duruyorsa.
Demokrasi ve hoşgörüye inanıyorsa.
Kötü yönetmelerin, hataların, hoyratlıkların, gazeteciliğe zararların özrüne ihtiyacımız var. Ancak bu yapılırsa siz on kez haksız olan başbakanın karşısında milyon kez haklı hale gelirsiniz.
Gizli kapaklı iş bitirmeler, iş takibine gazeteci sokmalar duracak.
Varsa, haberi açıkça verilecek .
Böylece iyi, doğru örnek olacaksınız ki, on haksız olan başbakanın karşısında milyon kez haklı, galip gelesiniz.
Umarım bu gazetenin sahibi Ahmet Çalık, çıkacağı belli bu kavgadan gerekli sonuçları not ediyordur. Bu yanlışların arkasındaki doğruları görüyordur.
Siyasi iktidar ve patron iktidarı...
Gazetecileri rahat, özgür bırakın.
Onları işleriyle baş başa bırakın.
Cesaret verin. Dürüstlüğü teşvik edin.
Gerçeklere sadakat adına...
Bunu halka deklare edin.
Tek çıkış yoludur.