Antoine de Saint Exupery'nin "Küçük Prens"i, uçağının zorunlu iniş yaptığı çölde arkadaş olduğu yılanla konuşurken "İnsanlar nerede? Çölde ne müthiş bir yalnızlık var" der. Yılan da ona "Bazen çevren insanlarla doluyken de yalnız kalmaz mısın" diye cevap verir.
Kalabalıklar arasındayken yalnızlığı en derinden yaşayıp hissedenler herhalde iktidar ve güç sahipleridir.
İktidardayken çevreyi saran kalabalıkların, iktidardan düşünce bir anda buharlaştıklarını görmemiş sabık veya sakıt yönetici var mıdır?
Ankara'da Özen Apartmanı'nda komşusu olan Saffet Arıkan'ın (1887-1947) Çankaya nezdinde itibar sahibi olduğunda ve bakan olduğu zamanlarda evinin nasıl insanlarla dolduğunu, gözden düştüğü zamanlarda ise nasıl bir yalnızlığa gömüldüğünü anlatırdı Vehbi Koç...
CHP Genel Sekreterliğinde, Milli Eğitim ve Milli Savunma Bakanlıklarında bulunan, 1942-44 arasında Berlin Büyükelçisi olan Saffet Arıkan intihar ederek hayatına son vermişti.
Başbakan Erdoğan şanslılardan
Şanslı iktidar sahipleri ise, en güçlü oldukları dönemlerde de yalnız bırakılabileceklerini görenlerdir. Örneğin Başbakan Tayyip Erdoğan'ı bu şanslılar listesinin başına koyabiliriz.
Gezi Parkı'ndaki ağaçları bahane edenlerin Erdoğan'ın devrilmesini amaçlayanlar tarafından kullanılması ve olayların bir kalkışmaya dönüşmesinin ilk döneminde Başbakan Erdoğan'ın Kuzey Afrika ülkelerini ziyaret etmekte bulunması, bazılarını onun iktidarının sonunun geldiği yanılgısına itmişti.
Sokak eylemcilerinin söylemlerinin Erdoğan'a yakın isimler tarafından da kabullenilmesinden öteye, kendilerini "Merkez" olarak gören medya organlarının eylemcilerin organlarına dönüşmesi, kendilerini "Liberal" olarak sunan düşünce odaklarının ulusalcı kalkışmayı sosyolojik övgülere boğmaları, Erdoğan'a iktidardayken yalnız bırakılmanın ne olduğunu öğretti.
Artık yalnız değil Şimdi
o kendisine bağlı seçmen tabanının ve AK Parti örgütünün desteği ile yalnızlığını aşmış bulunuyor. O geçici yalnızlığından aldığı derslerle kime güvenip, kime güvenilmeyeceğini biliyor.
Aslında onun açısından yararlı bir yalnızlık dönemiydi.
Bir de kimin dost kimin düşman olduğunu görmeyi sağlayacak başka yöntemler de vardır.
Yahya Kemal Beyatlı babam Cemil Sait Barlas'a, yaşadıklarını anlatırken dinlemiştim. Atatürk henüz Mustafa kemal Paşa'yken 1923'ün Ocak ayında İstanbul'un ünlü gazetecilerini İzmit'e davet eder. "Tevhid-i Efkâr"dan Velit Ebüzziya'nın, "İleri"den Suphi Nuri'nin , "Vakit"ten Ahmet Emin'in, "İkdam"dan Yakup Kadri'nin, "Tanin"den İsmail Müştak'ın da bulunduğu gazetecilere kurulacak Cumhuriyet'in özgür basının eleştirilerine ihtiyacı olduğunu söyler. "Bizi eleştirin ki gerçekleri görelim" der mealen.
Takrir-i sükun geliyor
Kendilerine eleştiri görevi verilen gazetecilerden bazıları bu görevi ciddiye alıp eleştirinin dozunu kaçırırlar.
1925'in Mart ayında çıkartılan Takrir-i Sükun Kanunu eleştiri görevini ciddiye alan gazetecilerden bazıları tutuklanır. Tanin, Tevhid-i Efkar, Sebilürreşat, Aydınlık ve Resimli Ay gibi gazete ve dergiler kapatılır. Velid Ebüzziya, Suphi Nuri, Eşref Edip, Ahmet Emin, Ahmet Şükrü'nün (Esmer) bulunduğu birçok gazeteci İstiklal Mahkemesi'nde yargılanır. Hüseyin Cahit, Cevat Şakir, Zekeriya Sertel gibi yazarlar sürgüne ve 15 yıla kadar hapse mahkum olurlar. Yahya Kemal babama "Kimin ne olduğunu anlamak için bir yıl eleştiri yapmak serbest bırakıldı. Sonra herkes açığa çıktı. Ondan sonra ben siyasi yazılara da, siyasete de paydos dedim" demişti.