Siyasi içerikli özdeyişlerin derlendiği kitapların çoğunda İngiltere'nin eski Başbakanı Harold Wilson'un (1916-95) Avrupa Konseyi Parlamentosunda 1967'nin Ocak ayında yaptığı konuşmadaki cümleler de bulunur.
Şöyle demiş Wilson:
"- Değişimi reddedenler çürümenin mimarlarıdır. Gelişimin reddedildiği insan yapısı tek kurum mezarlıktır..."
Wilson'un sözleri ebedi ve ezeli değişim gerçeğini çarpıcı biçimde vurguluyor.
Ama değişim kaçınılmaz olduğu kadar ürkütücüdür de.
Hiç değişmeyecek bir mekâna mesela Anıtkabir'e gidip, kendinizin ve toplumun ne ölçüdeki değişimi yaşadığını düşünmeye çalışın...
Atatürk'ün hayata veda etmesi ile onun için zaman 1938'in 10 Kasımında dondurulmuştur. Ama 1938'in 10 Kasım günü doğanlar için zaman değişimin başlangıç tarihini ifade etmektedir.
Ürkütücü değişim süreci
Bu değişim Anıtkabir defterine her değişik dönemde yazılanlardan ve yazan isimlerin değişmesinden bile izlenebilir.
Yaşadığımız günlerde değişimin hızının belirli kesimlerde ürküntü yarattığını görmezden gelemeyiz.
"Bebek Katili" olarak anılan Abdullah Öcalan'ın İmralı Süreci'nde devletin muhatabı olması, şehit cenazelerinde kitlelerin lanetlediği PKK'nın barış arayışındaki taraflardan biri konumunda bulunması, herkesin hemen kabul edebileceği değişim yansımaları değildir.
Milliyetçi-muhafazakâr düşünce odaklarının bu sürecin söz konusu aşamalarına tepki göstermelerini anlayışla karşılamak gerekiyor.
Garip bir geride kalış
Ama şaşırtıcı olan durum, değişime en açık olmaları ve hatta değişimin öncüleri olmaları gereken ve kendilerini Liberal Demokrat olarak gören düşünce odaklarının, barışı arama sürecinde Milli Görüş kökenli Başbakan Tayyip Erdoğan'dan geri kalmaları değil midir?
Oysa 1980'lerdeki veya 90'lardaki Kürt Sorunu'na ilişkin söylemler Abdullah Öcalan için bile geride kalmıştır.
Şimdi arayış geçmişle hesaplaşmaktan çok demokratik ve özgürlükçü ortak bir yarını inşa etmek noktasındadır. Artık siyasi aktörlerin üsluplarından ziyade kararlılıklarına ve davranışlarına bakılmak zamanıdır.
Yıldıray Oğur'un "Taraf"taki yazısında konuya farklı açılardan yaklaşanlara yönelttiği uyarıları hatırlatarak yazımızı noktalayalım:
Erdoğan kadar değişin...
"- Erdoğan kadar değişin yeter. Devir değişti, ama Türk aydınlarının klişeleri değişmedi. Hâlâ bu meselenin bir iç mesele olduğunun farkına varamadılar. Sinop'a gidip Türkleri ikna çalışmaları bu yüzden. Mesele Türklerle Kürtler arasında değil. Kürtlerle devlet arasında.
- Kürt liderler artık ölümle değil siyasetle yol almak istiyor, dört ülkeyle birden papaz olarak bu coğrafyada mutlu olmanın mümkün olmadığının da farkına varıyor. Kürtleri Kürtlerden çok düşünmekten vazgeçin.
- Çözüm sürecinin ilk kötü sonucu sivil aktörlerin, barış istiyoruz bildirilerini imzalamaktan yorgun düşmüş aydınların devletin gerisine düşmesi oldu. Çözüme destek için bir kuru imza atmaya takati kalmamışların yanında neredeyse MİT en ilerici ve radikal sivil toplum kuruluşu gibi kaldı."