Orduyu siyasetin dışında tutmayı başarabilen ve askerlik mesleğinin sadece törenlerdeki değil tüm alanlardaki gereklerini yerine getiren komutanların varlığı, sivil toplumun orduya duyduğu güveni ve saygıyı pekiştirir.
Örneğin birbiri ardınca gelen Genelkurmay Başkanları her fırsatta "Profesyonel askerlik gelecek, askerlik süresi kısalacak" diye açıklamalar yapıyorlarsa ve bu yeniden- yapılanma bir türlü gerçekleşmiyorsa, sivil toplum "Ordunun karar ve icra mekanizmasında aksaklık var" diye düşünmeye başlıyor.
Yeni komuta kademesinden sivil toplumun beklentileri, bu gibi noktalarda yoğunlaşıyor.
Neticede her erkek Türk vatandaşı zorunlu askerlik görevi sırasında, orduyu ve subay kadrolarını yakından tanıdı.
Onların bizlerden farkı "Güvenlik Bürokrasisi"nin mensupları olmaları. Yani onlar polis gibi, jandarma gibi, gümrük muhafaza memurları gibi silahlı bürokratlar.
Bu silah taşıma ve kullanma ayrıcalığı ötesinde, onlar da bu toplumun bütün özelliklerine ve alışkanlıklarına sahipler.
Osmanlı'yı çöküntüye Cumhuriyet'i de krizlere sürükleyen girişimler sonucu, onlar kendilerini "Siyasi konum" sahibi olarak da görmüşler, "Rejim Muhafızı" rolünü kendilerine uygun bulmuşlar.
Artık yeni bir "Kültür"ü benimsemeleri gerekiyor.
Türkiye kışla değil
Türkiye de dünyalı oldu.
Her birey ve her toplum kesimi kendi şarkısını söylemeye kararlı.
Türkiye büyük bir kışla değil artık.
"Askeri demokrasi"yi canlandırmak mümkün değil.
Sermaye sahibi olmak da artık sadece İstanbul'un veya "Devletçilik" dolayısıyla Ankara'nın tekelinde değil.
Askerlerin de bilmeleri gerekiyor.
Onlar siviller hakkında ne kadar gözlem yapıp, not veriyorlarsa, artık biz siviller de onları öyle izleyip notlar veriyoruz.
Yeni Türkiye
Demokratlaşma, kapitalistleşme, kentleşme ve benzeri süreçlerin sonunda ortaya çıkan yeni toplum, eskisinden farklı.
Eskiden "Kol kırılır, yen içinde kalır" anlayışı ordunun içindeki yasa ve kural dışı gelişmeler için de geçerliydi.
İsterseniz "9 Subay Olayı"nı, 27 Mayıs darbesi ertesinde eski Genelkurmay Başkanı Org. Rüştü Erdelhun'un rütbelerinin alınıp er düzeyine indirilmesini de bir kenara bırakalım.
Talat Aydemir'in darbe girişimlerini, Faruk Gürler'in Cumhurbaşkanı adayı olmasını zorlayan ordu içindeki yapılanmayı falan da bırakalım bir kenara. "12 Martçılar"ın karşısındaki "9 Martçılar"ı da hatırlamayalım.
Batı Çalışma Grubu
Hatta isterseniz 1997'deki 28 Şubat'ın "Batı Çalışma Grubu"nu da unutalım.
Çok yakın düne kadar meşru hükümetleri devirmek, muhtıra vermek, sivilleri hedef gösterip andıç yazmak, gazetelere emir verip yazarları susturmak, ortak manşetler attırmak ordunun "İç mesele"si değil miydi?
"Yeni Türkiye"de bunları yeniden sahnelemeye teşebbüs etmek artık ceza gerektiren suç fiilleri.
Bu fiillere dayalı iddiaların yargıya taşınmasını protesto edenler, en hafifinden yaşadıkları zamanın farkında değillerdir.