İngiliz "The Economist" dergisinin ve Amerikan "The New York Times" gazetesinin AK Parti karşıtı yorumlarının Türk seçmeni üzerinde neden etkili olmadığını anlamak zor değil.
Demek Kayserili veya Konyalı seçmenler, bu yayın organlarının yorumcularına güvenmiyorlar.
Aslında bu yayın organlarının yorumcuları da, Türkiye'deki seçim sonuçlarına bakıp
"Nerede yanıldık" sorusuna cevap aramayacaklardır.
Neticede onlar için Türkiye dünyadaki ülkelerden herhangi birisidir.
Türkiye'deki "Stringer"lerinin onlara aktardığı verilere dayanarak yorumlarını yapmışlardır.
Türk halkının siyasi eğilimlerine göre değil, dar bir çevrenin saplantılarına göre yorumlarını şekillendirmişlerdir.
Nihai değerlendirmede yabancı bir ülkeye dönük bu tür yanılgıların olması doğaldır.
Fransız kalanlar...
Burada irdelenmesi gereken durum, kendilerini "Halkın gazetesi" olarak niteleyen bazı Türk medya organlarının Türk halkının eğilimlerine karşı nasıl Fransız kalabildikleridir.
İşin hafife alınabilecek yanı yok.
Her iki Türk'ten biri pazar günü AK Parti'ye oy vermiş.
O gazetelerin yayınlandıkları İstanbul'da da, siyasi istihbarat merkezlerinin bulunduğu Ankara'da da seçmenlerin büyük çoğunluğu AK Parti için oy kullanmış.
Buna karşı büyük bir heyecanla cilalanıp pompalanan "Yeni CHP", seçimin galibi AK Parti'nin ancak yarısı kadar oy alabilmiş.
Eleştirmek veya muhalif olmak hem doğaldır hem de gereklidir.
Ama haberler ve yorumlar, yazanların kişisel siyasi tutumları yanında, gerçek durumları da yansıtmak zorundadırlar.
Aksi halde okurlar aldatılır, yanıltılır.
Beyazların morarması
Yani mesele medyanın "Yandaş" ya da "Candaş" olmasının ötesinde, o medyanın kendi ülkesinin sosyo-politik gerçeklerine Fransız kalması meselesidir.
Toplumun ana eğilimlerinin görmezden gelinmesini ve bir dar çevreye yaranmak için güdümlü haberle yorumların üretilmesini, "28 Şubat post-modern darbesi" döneminde en somut örnekleri ile görmüştük.
Ama o dönem bir askeri müdahale dönemiydi.
Sivil demokrasinin egemen olduğu bu dönemde kendilerini "Beyaz Türk" olarak ilan eden mütecaviz azınlığın, büyük medya gruplarını toplum gerçeklerinden koparmaları, iletişim tarihçileri için herhalde laboratuvar çalışması niteliğindedir.
Birbirlerini ve bu arada Kemal Kılıçdaroğlu'nu pompalayan Türk medyasının candaş kankalarının okurlarını yanıltmaları, İngiliz veya Amerikan medyasının yorumcularının durumları ile aynı değildir.
Ayna karşısına geçilmeli
Şimdi onlara düşen, aynaların karşısında çırılçıplak el ele tutuşup, kendilerini iyice tetkik etmeleri ve küçük gördükleri halktan hangi açıdan farklı olduklarını anlamaya çalışmalarıdır.
Bu arada "Yazdığımız gazeteleri okurların gözünde güvenilmez hale nasıl getirdik" sorusuna da birlikte cevap arasalar iyi olur.
Ayrıca "Erdoğan'ın mı yoksa Kılıçdaroğlu'nun mitingleri mi daha kalabalıktı" konulu haberlerini de yalayıp yutarlar.