Türkiye'de Askeri Demokrasi'nin ve Vesayet Rejimi'nin egemen olduğu dönemlerde siyasetin en geçerli uzmanlık dalı "Toplum Mühendisliği"ydi...
Bu mesleğin asker ve sivil mensupları, toplumun çok temel verilerini "Değişmez" ya da devlet baskısıyla "Değiştirilebilir" olarak kabul ederlerdi.
Bu yanılgının sonucunda ortaya çıkan ve ortaya çıkmaları kaçınılmaz olan ama toplum mühendislerinin öngöremedikleri sonuçları, uzun yıllardır krizler biçiminde yaşamaktayız.
Bunların başında da "Kürt Realitesi"nin görmezden gelinmesinden doğan ve bölücü terörü de içeren sonuçlar var.
Toplum mühendisi siyasetçiler yanılgılarını ekonomi alanına da taşımışlardı.
Örneğin dünyadaki döviz kurlarının Ankara'da Merkez Bankası görevlileri tarafından belirlenebileceğini varsaydıkları için, Türkiye uzun yıllar döviz krizleri içinde bunalmıştı.
Değişim mühendisliği dönemi
Bunun gibi malların ve hizmetlerin fiyatlarının devlet tarafından belirlenebileceği yanılgısı ekonomik hayatımıza egemen olmuştu.
Pahalı petrolü ucuza satmak, karaborsada (veya serbest pazarda) fiyatı 100 olan ürünü KİT'ten tahsisle 50'ye satın almak, doğal görülmüştü.
Turgut Özal'ın 1980'lerde Türk siyasetinde yükselmesi ile "Toplum Mühendisliği"nin yerini, "Değişim Mühendisliği" almaya başladı.
Dünyayı anında algılamak, gerçekleri görmezden gelmemek, yeni koşullara önceden hazırlıklı olmak ve değişimin önünde gitmeye çalışmak, yeni dönemin temel tercihleriydi.
Türk siyaseti 28 Şubat 1997 Muhtırası ile başlatılan post-modern askeri darbe ile Toplum Mühendisliği dönemine geri dönmeyi denedi.
Abdullah Öcalan'ın ABD tarafından Türkiye'ye teslim edilmesi ile "Kürt Realitesi" içindeki sorunların da buharlaştığı varsayıldı.
28 Şubat'ın tasfiyesi "
Jakoben Laiklik" politikası ile "Din"in sosyal bir olgu olmaktan çıkartılabileceği zannedildi.
Toplum mühendisliğinin bu son direnişi de AK Parti'nin iktidar olması ve post-modern darbenin siyasi işbirlikçilerinin seçmen tarafından tasfiye edilmesi ile sona erdi.
Şimdi AK Parti'nin iki dönem iktidar olması ertesindeki üçüncü bir genel seçime haziranda gidiyoruz.
Geçmişte toplum mühendisliği ve Derin Devlet ile özdeş kabul edilen CHP, yeni yönetimi ile eskisinden farklı davranmaya, somut projeler üretmeye, değişime ayak uydurmaya çalışıyor.
Bu noktada AK Parti'yi uzun yıllar iktidar olmanın getirdiği statükoculuk tehlikesinin beklediğini görmezden gelmememiz gerekmektedir.
AK Parti yönetimi ve özellikle Başbakan Erdoğan "Değişim"in gücünü ve etkilerini özellikle Ortadoğu'ya dönük olarak izlenen dış politikada herhalde hissetmekteler.
Çok kısa süre öncesine kadar yakın ve hatta şahsi ilişkiler kurulan Ortadoğu yönetimleri, Libya'dan Suriye'ye uzanan alanda sallanmakta ve hatta çökmekteler.
Değişim çok hızlandı
Türkiye bu yeni gerçeğin ışığında yeni bir Ortadoğu siyaseti oluşturamadığı takdirde, şu ana kadar atılan bütün adımlar bir anda sıfırlanabilir.
İç siyasette ise Avrupa Birliği üyeliği için gerekli adımlar atılmasındaki öncülük sanki AK Parti için önemsizleşmiş gibi görünmekte. Her alanda "Özgürlükçülük" için yükselen seslere karşı AK Parti'den sanki "Otoriter Devlet"in sözcüsü ve köhnemiş statükonun sahibi bu partiymiş gibi reaksiyonlar geliyor.
AK Parti genç kuşakların, değişimin, özgür dünyanın Türkiye'deki yansıması konumuna yeniden girmeyi denemezse, toplum mühendisliğinin yeni deneyicisi ve statükonun bekçisi görünümünde, üçüncü dönem iktidarının hüsranla sona ereceğini görebilir.