Ankara'daki yeni ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone'nin konutuna davet ettiği gazetecilere "Türkiye'de bir yanda gazeteciler gözaltına alınıyor, bir yanda basın özgürlüğü deniliyor. Biz anlamıyoruz onun için sizlere soruyoruz. Türkler'in görüşleri önemli. Ama ifade ve basın özgürlüğü Türkiye, ABD ve bölge için hayati öneme sahip" şeklindeki sözleri doğal olarak önemli yansımalara sebep oldu.
Bir gün sonra da Washington'da ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Philip Crowley'in, Ankara Büyükelçisi Ricciardone'nin sözlerinin arkasında olduğunu açıklaması olayı daha da ciddileştirdi.
Sözcü Crowley "Özel bir yorumum yok ama şunu söyleyebilirim: Türkiye'de gazetecilere muameleler konusundaki gidişattan mevcut kaygılarımız var. Bu konuyu Türk hükümeti nezdinde dile getiriyoruz. Bu konuyu yakından izliyoruz" şeklinde konuştu.
Aslında ABD diplomatlarının Türkiye'deki basın özgürlüğü üzerinde hassasiyet göstermeleri özlediğimiz bir durum.
Neticede Türkiye'deki askeri darbelerin Washington'da "Bizim çocuklar yaptı" şeklinde değerlendirildiği dönemlerden bugüne geldik.
Sıra bize de gelse...
Bakarsınız önümüzdeki günlerden birinde de Türkiye Cumhuriyeti'nin Washington'daki Büyükelçisi Namık Tan konutuna davet ettiği Amerikalı gazetecilere "Ülkenizdeki basın özgürlüğü konusunda endişelerim" var der...
Namık Tan bunu söylerken Wikileaks belgelerinin internette yayınlanması yüzünden Julian Assange'ın "yüksek teknoloji teröristi" olarak tanımlanmasını, Assange'ın İngiltere'de tutuklanmasını, hesaplarına el konulmasını ve Amerikan medyasında Wikileaks'e uygulanan sansürü hatırlatır...
Yani ABD diplomatları Türkiye'deki, Türk diplomatları da Amerika'daki basın özgürlüğü konusundaki endişelerini seslendirebildikleri oranda ikili ilişkiler eşit ve sağlıklı düzeyde gelişecektir.
Demokrasinin gereği
Başka bir deyişle Ankara'daki ABD Büyükelçisi Ricciardone'nin Türkiye'deki basın özgürlüğünün düzeyini sorgulaması, "İç işlerimiz" e müdahale değildir.
Unutmayalım ki ABD sözcüleri her fırsatta Türkiye'yi üyelik konusunda oyalayan AB ülkelerini de en açık dille eleştiriyorlar.
Global demokrasi çağında olması gereken diplomasinin bir yansımasıdır bütün bunlar.
Keşke geçmişte de böyle olsaydı bu.
Keşke yakın geçmişte de Amerikan büyükelçileri Türkiye'deki faili meçhul cinayetlerden endişe duyduklarını, askerlerin sivil siyasete müdahalelerinin kabul edilemez olduğunu, medyanın kartelleşmesinin yanlışlığını, andıçların basın özgürlüğüne darbe indirdiğini gazetecilere söyleyebilselerdi.
Veya Mübarek'i kınamak için 30 yıl beklemeselerdi.
Kolay ve zor iş
Bir ülkede ABD'nin büyükelçisi olmak hem kolay hem de zor bir iş.
ABD Büyükelçisi olmak kolay bir iş... Çünkü temsil ettiği ülkenin gücünden ötürü o büyükelçi kimliğine, kıdemine, yeteneğine bakılmaksızın "Önemli diplomat" olarak kabul edilir.
Her söylediği söz önemsenir.
ABD Büyükelçisi olmak zor bir iş...
Çünkü temsil ettiği ülkenin çıkarları yüzünden bazı coğrafyalarda gördüklerini görmezden gelir.
Söylemesi gereken sözleri yutmak zorunda kalır.
Washington'un çizgisini yakalamak kolay değildir neticede.
İran'ın nükleer silah sahibi olmasını kınarken, İsrail'in nükleer silah sahibi olup olmadığını sorgulamak söz konusu değildir bu çizgide.
Veya "Ortadoğu'da halkların sesine kulak verilmeli" içerikli mesajlar Mısır'ın Mübarek'i için verilirken, Suudi Arabistan'da da bir halk yokmuş gibi davranabilmektir bu çizginin özü.
Herkes her şeyi biliyor
Neticede Amerikan diplomatlarının iç yazışmalarını Wikileaks sayesinde öğrendiğimiz için, bu çizgiye aşinayız hepimiz.
Beklentimiz Ricciardone'nin mesela Edelman'dan farklı yaklaşmasıdır Türkiye gerçeğine.
ABD Büyükelçisi'nin sözlerine Hükümet ve muhalefet kanadından gelen değerlendirmeleri ele alırsak...
Mesela İçişleri Bakanı Atalay "Türkiye'de şu andaki basın özgürlüğü, en ileri demokratik ülkelerinkinden daha ileri bir seviyededir. Çünkü diğerlerini biliyorum" dedi.
Bu sözlere karşı CHP Genel başkanı Kılıçdaroğlu da Atalay'ın "Türkiye'deki basın özgürlüğü en demokratik ülkelerden bile daha ileride" açıklamasını, "Herhalde mizah dergileri Atalay'a gerekli yanıtı verir" şeklinde değerlendirdi.
Bana kalırsa mizah dergileri, döner merdivenin çıkış tarafından aşağıya inmeye çalışan Kılıçdaroğlu'nu öncelikle değerlendireceklerdir.