Geleceklerini yönlendirmeye güç bulamayan toplumlar geçmişlerini değiştirirler.
Hasan Cemal dün Milliyet'teki yazısında hem bizden hem de Sovyetler'den örnekler vererek, geçmişin nasıl değiştirilebileceğini anlatmıştı.
Diyordu ki: "- 1960'ların başında ben siyaset bilimi okudum Ankara'da. Dört yıl boyunca Mülkiye'de kimse bana örneğin Kürtleri, Kürt isyanlarının nedenlerini, Alevileri ve inançlarını, bu ülkenin toplumsal dokusuyla kimlik meselelerini öğretmedi.
İstiklâl Mahkemeleri'nin derinliklerine ışık tutan olmadı. Otoriter laiklik anlayışının inançlar üstündeki baskısını öğrenmedim. 1915'in gerçek yüzünü, Ermenilerin acılarını kimselerden duymadım."
Sonra da Wikileaks'teki bir Amerikan diplomatına ait belgeyi aktarıyordu...
Allah'ın belası geçmiş
Şöyle yazmış bu diplomat Washington'a gönderdiği gizli telgrafında :
"- Türkiye'nin resmi tarihi katı tabular, inkârlar, korkular ve mecburi kılınmış kaba tahrifatlarla dolu. Türkiye Cumhuriyeti'ndeki resmi tarihçiliğin bu halleri, eski Sovyetler'in akademik dünyasında anlatılan eğlenceli bir fıkrayı hatırlatıyor.
Sovyet Komünist Partisi'nin tarih fakültesindeki yetkilisi, parti kadrolarını ideolojik tehditler konusunda uyarırken, 'Gelecekten kuşkumuz yok, o biliniyor. Ama geçmiş, o Allah'ın belası geçmiş yok mu, sürekli değişiyor' diye yakınır."
Genel olarak "İdeolojik tarih yazımı" olarak nitelenen bu durumun ana dayanağı da "İdeolojik eğitim"dir.
Askeri demokrasi yok edilmeye çalışılırken veya juristokrasinin demokrasi üzerindeki vesayetine son verilmeye çalışılırken, okullardaki "Müfredat"ı belirleyen kurumların ideolojik tarih ve bugün öğretisini sürdürmeleri gözden kaçırılır.
Eğitimin gücü
İdeolojik eğitim dünü değiştirmekle kalmaz.
Bugünün gerçekleri de çarpıtılır.
Kendilerini resmi ideolojinin muhafızları olarak gören siyasi partinin veya bürokratik oligarşinin onaylamadığı siyasi partiler seçim kazandıkları zaman, halk cahil ve bilinçsiz olarak ilan edilir.
Eğer Cumhuriyet Muhafızları şu ya da bu şekilde iktidarda iseler, Amerika "Stratejik Müttefik" olarak görülür.
Washington'dakilerin "Bizim çocuklar" olarak gördükleri bu kadrolar, dış politikanın eksenini de Washington saatine bakarak belirlerler.
Ama kazara halkın seçtiği iktidar iş başındaysa bunlara "Amerika'nın kuklaları" diye damga vurulur.
Sonra da "Amerika bunları ne zaman devirecek" beklentisi başlar.
Kendilerine güvenmezler
Bunlar kendilerini Atatürkçü olarak görürler ve sunarlar.
Atatürk'ün "Türk övün, çalış, güven" söylemini kutsarlar.
Ama asla kendi halklarına güvenmezler.
Turgut Özal'ın "21'inci yüzyıl Türk asrı olacaktır" demesi, bunlara göre bir balondur.
Bu ideolojik öğretiye göre köprüler tuzak, enerji üretimi doğanın katli, kentleşme de yozlaşmadır.
Bu gerçekleri artık hepimiz biliyoruz.
Ama dünün ve bugünün gerçeklerini değiştiren "Tarih ve Toplum Mühendisliği Okulu" mezunlar vermeyi sürdürüyor.
Ne değişti acaba?
Hasan Cemal'in itirafını yine hatırlayalım:
"- 1960'ların başında ben siyaset bilimi okudum Ankara'da. Dört yıl boyunca Mülkiye'de kimse bana örneğin Kürtleri, Kürt isyanlarının nedenlerini, Alevileri ve inançlarını, bu ülkenin toplumsal dokusuyla kimlik meselelerini öğretmedi.
İstiklâl Mahkemeleri'nin derinliklerine ışık tutan olmadı. Otoriter laiklik anlayışının inançlar üstündeki baskısını öğrenmedim. 1915'in gerçek yüzünü, Ermenilerin acılarını kimselerden duymadım."
Ne dersiniz?
Bugün siyaset bilimi okuyanlar, Hasan Cemal'in 1960'larda o okulda öğrenemediklerini, 21'inci yüzyılda aynı okulda artık öğreniyorlar mı?