Çoğulcu demokrasilerde iktidarları "Sessiz Çoğunluk" belirler.
Sessiz çoğunluk "Gürültücü azınlık"ın karşısında toplumsal ruh sağlığının, siyasal istikrarın ve ortak aklın güvencesidir.
Sessiz çoğunluğun estirdiği rüzgârın yönü değişince, alternatifsiz sanılan veya rejimle özdeş görülen partiler bile bir anda seçim barajının altına düşerler.
Yurt ve dünya konjonktürünü sessiz çoğunluğun temsil ettiği "Yüzer gezer oylar" en iyi algılarlar.
Sessiz çoğunluk için lidere veya ideolojiye değil, akla ve gerçekçiliğe sadakat siyasi ahlakın öncelikli ilkesidir.
Kendilerini kamuoyunun tek yönlendiricisi olarak gören medyaların ortak manşetlerle parlattıkları portreler sessiz çoğunluk tarafından benimsenmemişse, siyasetin sanal mezarlıklarında unutulmuşluğa defnedilirler.
Resmi ideolojinin "Marjinal" veya "Tehlikeli" ilan ettiği düşünceler gerçekleri ve doğruları yansıtıyorlarsa, sessiz çoğunluk olabilecek en kısa sürede bunları toplumsal aklın ve vicdanın sesi konumuna taşır.
Yasaklanmış düşünceler ve siyasi kadrolar böylece ülkede iktidarın sahibi olurlar, ülkenin iç ve dış politikasının yönünü onlar belirler.
Kavgalar yerine akılcı uzlaşmalar
Onları meydan mitinglerinde bir kampın sloganlarını seslendirirken göremezsiniz.
Onlar kavgaların değil, akılcı ve faydacı uzlaşmaların taraflarıdır.
Onlar kendi ailelerinin, mesleklerinin, işlerinin başarısını ülkenin başarısı ile özdeş tutanlardır.
Onların eğilimleri sürekli, tüketici anketleri ile genel eğilim anketleri ile siyasi anketlerle anlaşılmaya çalışılır.
Onların beğenisini kazanamayan ürünler raflarda kalır, onların güvenini kazanamayan siyasi partiler seçim sandıklarından çıkamaz.
Kaç gündür bu kesimden insanlarla konuşuyor, ülke siyasetine dönük düşüncelerini anlamaya çalışıyorum.
Saptayabildiğim bazı noktaları şöyle özetleyebilirim:
Siyasete bakışlar
* Başbakan Erdoğan'ın her konuda seslendirdiği polemikçi üslup fazla tasvip görmüyor.
Toplum bölücü terörün eylemleri sonucu oluşan can kayıplarından ötürü zaten huzursuz ve gergin bir ortamda yaşıyor.
Ülke yönetimini ellerinde tutanların bu ortamı söylemleri ile siyasete taşımalarının faydasına inanılmıyor.
Muhalefet partilerinin her konuda "Hayır" diyerek barışı ve uzlaşmayı amaçlayan iktidar projelerini bile engellemeleri, onların bağnaz tabanları dışında toplumsal beğeni sağlamıyor.
Kürt realitesini PKK'dan soyutlamayı ve soruna demokratik çözümler üretmeyi amaçlayan "Açılım"ın engellenip sabote edilmesinde özellikle Kürt seçmenleri temsil eden siyasetçilerin oynadıkları rol, hayal kırıklığına sebep oldu. BDP'nin kendisini PKK'nın güdümünde gösteren siyaset izlemesi, akıl dışı görülmekte.
* Mavi Marmara Krizi ertesinde İsrail'in Gazze'ye uyguladığı ambargoyu hafifletmesi, Kızılay yardımlarının Gazze'ye ulaştırılmaya başlanması ve Birleşmiş Milletler gibi örgütlerin İsrail'i kınamaları Türkiye'nin diplomatik zaferinin sonuçları olarak algılanmakta.
Ancak bunlar hiç olmamış gibi krizin başındaki gerginliği aynen sürdürmeye dönük söylemlerle uzlaşmasız bir dış siyaset izlemek, akla ve hesaba uyarlı olmayabilir.
Türkiye'nin bölgede de dünyada da gerginliklerin değil uzlaşmaların ve çözümlerin tarafı ve itici gücü olması, yaygın bir beklenti toplumda.
"Kriz üreticisi" rolünün İsrail'in sırtından alınıp Türkiye'nin sırtına yüklenmesi ihtimali, insanlarımızı endişelendiriyor.
Bunlar benim sessiz çoğunluktan insanlarımızdan edindiğim bazı izlenimlerdi.