Tek başına olmak, sadece kendi aklına ve kendi yargılama yeteneğine dayanmak, yurt ve dünya olayları üzerinde başkalarının ne söylediğine bakmadan "Bu doğru, bu yanlış" diye görüş açıklamak zordur.
İnsanlık bu zorluğu aşmanın yolunu, kitleleri aynı düşüncede birleştiren sistemleri oluşturarak bulmuş. İnançlar, ırklar, milliyetler, ideolojiler, sınıflar ve hatta futbol kulüpleri, tek başına, özgür ve özerk olmanın dayanılmaz ağırlığını, bireylerin sırtından alır. "Biz" ve "Onlar" gibi ayrımlarla, bir olayı başından desteklersiniz ya da karşı çıkarsınız. Hatta bazı durumlarda aklınız zorlanmaya başladığında "Ya sev, ya da git" diyerek, düşünce dünyanızın kırmızı çizgileri olduğunu karşıtlarınıza vurgularsınız bile.
Yaşadığımız çağ bir "Değişim" ve bir "Geçiş" çağı olduğu için, kitlesel düşünce sistemleri de zorlanmaya başladı.
Bu çağda, doktriner ideolojilerin iflas ettiğine tanık olundu.
Komünizm veya sosyalizm, artık birer kapalı kutu değil.
Globalleşme ise, kapitalizmin büyüsünü bozdu. Anlaşıldı ki bazı ülkeleri refaha ulaştıran kapitalizmin gücü, dünyadaki yoksulluğu, çaresizliği gidermeye yetmiyor.
"Ulus devlet" veya "Ulusal birlik" kavramları da, yaşadığımız çağda ateşle imtihan ediliyor. Komünist ideolojinin "Çalışan sınıfların birlikteliği" modeline dayalı Sovyet modeli de, Yugoslavya'daki Titocu model de çöktü. Irak'ta ise, Baasçı Arap milliyetçiliğine dayalı ulusal birliğin sonunu, bu birliğin öğelerinin birbirlerini boğazlamasına dayalı biçimde izliyoruz.
ÇARESİZLİKLER
Eski kitlesel düşünce sistemlerine dayalı olarak yurt ve dünya olaylarını değerlendiren bireyler, açıkçası şaşkın, çaresiz ve öfkeli.
Bir bölüm, yeni ideoloji olarak "Anti-Amerikanizm"i denemekte. Kendi coğrafyalarındaki çözümsüzlüklerin tüm sorumluluğunu ABD'ye yükleyerek, aslında gerçeklerden bir kaçış yolu aramaktalar.
Oysa Amerika da şu anda, kendi tarihinin en yoğun özeleştirisinin yapıldığı, derin siyasal kamplaşmaların yaşandığı bir dönemi geçiriyor. Amerika içindeki bu özeleştiriler, dış dünyadaki ani-Amerikan eleştirilerden daha şiddetli. Bunların tek farkı "Anti-Amerikan" olmamaları aslında.
Dünyadaki bir bölüm insanlar da, ideolojik boşluğu, dinler veya kültürler arası gerginlikler üretmeye ve bu süreçte kamplaşmaya çalışarak giderme çabasında. Bunu Batı'nın Hıristiyan dünyasında, tüm Müslümanları muhtemel teröristler gibi gören siyaset ve idare anlayışında bulabiliyoruz. Aynı şekilde İslam dünyasında, Hıristiyan Batı'nın her girişimini "Haçlı Seferi" gibi algılayanlar da var.
YÜKSELEN DEĞERLER
Dünyadaki tüm oluşumların Türkiye'ye de yansıdığı kesin. Türkiye'de kitleler, alışılmış ideolojik kamplaşmaların buharlaşması ertesinde, yeni kitlesel davranışların neler olabileceğini anlamaya çalışıyor. Eski "Sağ ve sol partiler" sınıflaması şimdi geçersiz. Bu nedenle bir partiye veya iktidardaki partiye öfkelenen seçmenler, alternatif parti arayışında da başarısız olmaktalar. Devletçiliğin halkçılıkla çelişkili olduğu ortaya çıktı. Popülizmin finansmanının imkansızlığını da, kitleler yaşayarak öğrendi. "Şeriatçı-Laikçi" kamplaşması ise, bu işin ticaretini yapanlar dışında kimseye bir şey kazandırmıyor.
Türkiye'nin bu yeni dönemde en değerli aktifleri, demokrasi, laiklik, hoşgörü ortamı, hukukun üstünlüğü, özgür ve özerk düşüncelerin var olabilmesidir.
Bu yeni dönemde yeni şeyler söyleyebilenler, "Yükselen değerler" olarak, siyasette de, toplum yaşamında da parlayacaktır. Bu dönemde sorunlara çözüm üreten, özeleştiri yapabilen, rakiplerinin yaptıklarına tepki koymak yerine kendilerinin neler yapabileceklerini açıklayabilenler, siyasette de, diğer toplumsal alanlarda da destek bulacaklardır.