Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BAŞYAZI MEHMET BARLAS

Özgür irade kaderin yönünü değiştirebilir mi?

Demokratik bir ülkedeki sosyopolitik gelişmelere, o ülke halkının "Özgür iradesi" mi yön verir, yoksa o ülkenin koşulları ve dış konjonktür tarafından belirlenmiş bir "Kader çizgisi" üzerinde mi gelişir olaylar? İç ve dış koşulları doğru tahlil edebildiğiniz takdirde, bu kaderin ne olduğunu önceden bilebilir misiniz mesela?
"Özgür irade" ile "Kader" arasındaki ilişki, sade sosyal bilimcilerin değil, fizikçilerin de çözmeye çalıştığı karmaşık bir sorun. Örneğin "Kuantum" fizikçileri, atomun hareketlerinin diğer atomların konumuna da bağlı bir "Belirsizlik" (Decoherence) esası üzerinde geliştiğini vurgular. Bu belirsizlik, ne olduğunu bildiğiniz ama neden olduğunu bilemediğiniz "Kaos" a da dayanabilir. Her gelişmeyi formüllere bağlayabilen Newton fiziğinin çağ dönümüdür bu.
"Santa Fe Enstitüsü" teorisyenleri ise tüm gelişmeleri "Karmaşıklık" (Complexity) çerçevesinde ele alır. Bir kelebeğin kanat çırpmasının bir kasırganın yönünü etkileyebileceği çizgisine kadar dayanır bu düşünsel arayış.

ÖNCEDEN GÖRMEK

Türk toplumu, kaderini belirleyen olayların bazılarını önceden gördü, bazılarını göremedi. Çok eski geçmişe gitmeyelim. 2001 ekonomik krizine dayanan günlerde girişimcilerin "20 yıl sonrasını görebiliyoruz" diye demeçler verdiklerini hatırlayalım.
Türkiye'nin siyasi kaderini anlamaya çalışırken, bazı kurumların hangi durumda nasıl davranacaklarını, kimlerin hangi konuda neler söyleyeceklerini önceden biliyoruz. Ama bilemediğimiz ve önceden kestirilmesi mümkün olmayan durumlar da var. Bunların başında "Dış konjonktür" deki gelişmelerin, Türkiye'yi nasıl etkileyeceği meselesi bulunmakta. Örneğin ABD-İran gerginliğinin, şimdi ABD-Rusya gerginliğine dayanması, bize nasıl yansıyacak bilemiyoruz. Irak'taki kaosun, bu ülke Şii'leri ile İran'ı yakınlaştırması ve Irak Kürtleri'nin bağımsızlığa hızla ilerlemesi de gündemde.
İçeride ise, çok hayati sorunlara (Örneğin Güneydoğu sorunu) ortak aklın ve özgür iradenin kalıcı çözümler üretmesi gerekirken, "Laik Cumhuriyet tehlikede" söylemli ve demokrasiyi sorgulayan bir tartışma gündemin öncelikli maddesi gibi algılanıyor.
Yeryüzündeki en zengin enerji kaynaklarının kavşağında bulunduğumuz halde, Türkiye'nin geleceğe dönük bir enerji stratejisinin belirlenememesi... Dünya rekabetinde en önemli öğe "Yetişmiş insan" ken, bizim hâlâ eğitim reformu yapmak yerine "YÖK-siyaset kavgası" na tanık olmamız... Bunun sonunda "Özel dershaneler" in YÖK'ten de, üniversitelerden de daha fazla maddi güce sahip olmaları... En hayati konularda temel uzlaşmalar aramak yerine, iktidarın ve muhalefetin karşı kaleye gol atmayı, siyasetin vazgeçilmez öğesi saymaları... "Birleştirici" bir unsur olması gereken Cumhurbaşkanı'nın, bazıları tarafından rejim kavgasının bir tarafı olarak diğer tarafın karşısında gösterilmesi...
Bu arada AB üyelik hedefinin unutulması ve sadece yeni yasalar çıkarılarak bu sürecin idare edilebileceğinin zannedilmesi olgusu da gündemimizde...

HEDEFİ
ŞAŞIRMAK
"Türkler hep yanlış yapsalar da son anda nasıl olsa doğru olanı yapar" inancını sarsan gelişmelere defalarca tanık olduk. Siyasi ve ekonomik krizleri defalarca yaşamadık mı bu son anda da yapılamayan doğrular nedeniyle? Daha önce de defalarca "İktidar kavgaları" ile "Rejim kavgaları" birbirine karıştırılıp, hem demokratik rejim, hem de istikrar kurban edilmedi mi? Ortak aklın özgür iradesini ortaya koyması ve Türkiye'nin geleceğinin belirsiz bir kadere bırakılmaması gerçekten gerekiyor.
"Fransa'ya yoksa Kanada'ya daha fazla kızalım" sorusuna cevap ararken, biz burada birbirimize olan kızgınlığımızın ölçüsünün de kaçtığını fark etmek zorundayız.
AB'ye girdikleri güne kadar bizim gibi Akdenizli olan İspanya da, Portekiz de, Yunanistan da, Türkiye'nin içinden çıkamadığı "Krizkolik Ülkeler Birliği" üyeleri arasındaydı. Şimdi onlar siyasi ve ekonomik istikrarın simgeleri.
Türkiye ise zaten fazlaca yaşanan "Kayıp Yıllar" ını özlemiş gibi, eski isimlerin, eski söylemlerin ve eski kamplaşmaların yine gündemde olduğu bir döneme sürüklenme eğiliminde.
Kuantumcuların hareketlerini artık gözlemleyebildikleri (Örneğin Nobel ödüllü Gerardus't Hooft bunu yapıyor) ama ne yapacağını tam kestiremedikleri bir atom gibi, kaosa da gitmemiz ihtimalinden bıkmadık mı artık?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA