İnsanın dünyadaki hatalarını itiraf edip, Allah katında aklanması çabasına Katolik inancında "Günah çıkartmak" deniyor. İtirafları dinleyen rahip bunların affedilebilir günahlardan olduğunu söylerse, günah çıkartan kişi kendini hayata yeniden başlamış ve günahlardan arınmış gibi hisseder.
İnsanın dünyadaki hatalarını itiraf edip, bundan sonra dünyada aynı hataları yapmayacağını açıklaması ise "Özeleştiri" dir. Özeleştiriyi, sistemin bir öğesi olarak en fazla totaliter rejimler (örneğin eski Sovyet modeli) tasfiye kampanyalarında kullanır. Özeleştiri, rejime karşı işlenen suçların parti fonksiyoneri tarafından itirafı olarak kabul edilir.
Gelişmiş, demokratik ve özgür toplumlarda ise özeleştiri, gerçekten "Nerede hata yaptık" sorusuna cevap aranmasını ve hatasız yöntemlerin saptanması amacını içerir. Amaç ne hatayı yapanı affetmek, ne de onu tasfiye etmektir. Gerekirse yönetim ya da yöntem değiştirilir.
Bizim de içinde bulunduğumuz Ortadoğu coğrafyasında ise, özeleştiri yapmak alışkanlığı pek fazla yoktur. Örneğin topraklarından petrol fışkırmasına rağmen halkları yoksul yaşayan ve petrol gelirleri despotik rejimlerin silahlanma çabalarını fonlamaya yarayan ülkeler halkları, "Nerede hata yaptık" sorusuna hiç cevap aramaz. Bunun yerine "Bütün sorunlarımızın sebebi emperyalizm ve siyonizmdir" klişesine sığınırlar.
BİZ FARKLIYDIK
Biz Türklerin diğer Ortadoğu halklarından bir farkı da, özeleştiriye açık olmaktır. Kendimizi kıyasıya eleştirebilmek yeteneğimiz, bazen Aziz Nesin gibi yazarlarda zirveye çıkar. Nasreddin Hoca geleneği, Türk insanının genlerinde vardır. Hatalarımız teşhir edilince, bunlara kızmak yerine gülmeyi de biliriz. Belki bu yüzden aynı coğrafyanın aynı inanca sahip toplumları bir türlü çoğulcu anayasal demokrasiye geçemezken, Türkiye'de biz bunu başardık. "Ara rejimler" in hoşgörüsüzlüğü bu nedenle Türkiye'de kalıcı olamadı.
Dinin ve ibadetin en yoğun biçimde yaşandığı Ramazan'da bile, Bektaşi fıkraları olmadan geçmeyen günlerin varlığı, bu topyekun hoşgörünün toplumsal kanıtı değil midir? Ancak içinde bulunduğumuz bu son dönemde, "Türkiye gibi olmak" yerine, "Ortadoğulu gibi olmak" yönünde sertleşme ve hoşgörüsüzlük işaretlerinin tırmandığını söylemeliyiz. İktidara dönük bir hizmet mücadelesi olması gereken "Demokratik rekabet" yerine, giderek tırmanan "Dinci-laikçi" gerginliği, siyaset ve düşünce ortamımıza egemen olmakta. Bu ortamın çığırından çıkardığı beyinler, tartışılması gereken siyasi ve ideolojik konumları "Nas" biçiminde sunarken, "Tartışılmazlar "ın belki de tek değeri olan "Din" i polemiklere konu etmekte.
Sabah yazarı Soli Özel'in dünkü yazısındaki tahlillerin, içinde bulunulan hastalıklı ortamdan çıkılabilmesine yardım edecek çok değerli bir "Özeleştiri" niteliği taşıdığını vurgulamalıyız. Bazı satırbaşları ile Soli Özel'in yazısını hatırlayalım:
KÖTÜMSERLİK BULUTU
Kötümserlik bulutları giderek ülkenin üzerine çökmeye başlıyor. Siyaset alanında sertleşme sürüyor. Cumhurbaşkanı ve ana muhalefetin birincil hedefi, bu gerginlik sayesinde iktidar partisini hata yapmaya zorlamak. İktidar partisinin bu dalgalı denizlerde maharetle tekneyi kullanacak soğukkanlı bir kaptanı olduğuna inanmak ise zorlaşıyor.
- En kötüsü iktidar partisinin üzerine gelen bu dalgayı ancak siyaset alanını açarak aşabileceğini idrak ettiğine dair ortada bir belirti yok. Buna da çok şaşırmamak gerekiyor. Sağ gelenek özgürlükle bağlantılı kavramları derinlemesine tartışmamış, hukuk üstünlüğünü özümsememiştir.
- Sağı böyle olan memleket siyasetinin solu da çok farklı değildir. Sosyal demokrat olma iddiasındaki CHP'nin Baaslaşmayı bu denli kolay gerçekleştirebilmesi bunun kanıtlarından biridir.
- Express dergisinin nisan/mayıs sayısında Hasan Bülent Kahraman'ın yazdığı gibi aslında Türkiye sistemik bir kriz yaşıyor. Ülkedeki egemen ideolojinin karşılamakta güçlük çektiği üç meydan okuma, sistemi dara sokuyor. Otoriter zihniyet siyaseti sıkıştırıyor. Kürt meselesi, türban meselesi ve Ermeni meselesi karşısında yeni açılım üretilemiyor. İş kaba güce kalıyor. Yerleşik sistem bu meselelerden kendisine yönelen taleplere ve tezlere karşılık veremeyince ortaya bir boşluk çıkıyor. Boşluğu siyasetin doldurması gerekiyor; onun bunu yapabildiği veya yapamadığı oranda devlet ve ordu bu eksiği kapama gayretine girişiyor.
Dileğimiz ve ümidimiz, başta Başbakan Erdoğan olmak üzere, bu hastalıklı ortamın sorumlusu olan tüm kesim ve isimlerin özeleştiriyi denemeleri ve "Nerede hata yapıyoruz" sorusuna cevap aramalarıdır.
Son sözü Soli Özel'in son sözü ile noktalayalım:
- Özgürlükçü laikliği anlamayan iktidar partisi AB ipini bırakmanın bedelinin ne olduğunu bu otoriter zihniyete teslimiyeti nedeniyle de görecek gibidir.