Çocukluk yıllarımdan kalan bu anıyı, bir kez daha yazmıştım. Kendimi tekrar etmeyi göze alarak, bugüne uygun olduğu için hatırlatayım.
1950'lerin Yeniköy'ünde 14-15 yaşları arasında bir grup çocuktuk. Yaşı 40'larda bir Muhlis Bey vardı ve arada bir gelip, bizimle ahbaplık ederdi. Muhlis Bey bizi etkilemek için bir palavra savuracağı zaman, önce sağ eliyle çenesini tutup, şöyle bir esnetirdi ensesini. Biz de buna bakıp, anlattıklarını ihtiyatla dinlerdik.
Genellikle söze "Elbet bu memleket bir gün bizim de elimize geçecek" diye başlardı. Bir de kendisinin nasıl müthiş bir adam olduğunu gösteren hikayeler anlatırdı bize. Mesela bir bara ya da benzer bir mekâna gittiği zaman ortamı beğenmezse veya hesap şişirilmiş gelirse, masadaki tabağı havaya atarmış. O dışarı çıkarken, oradaki adamları tabak yere düşmeden, o mekânı dağıtırlarmış.
Bir gün yanımıza geldi ve "Yarın sizi bara götüreceğim" dedi. Heyecanlandık. Evlere "Sinemaya gideceğiz" benzeri yalanlar söyleyip, ertesi akşam Muhlis Bey'in otomobiline doluştuk. Bizi Tepebaşı'ndaki Cumhuriyet Pavyonu'na götürdü. Önde Muhlis Bey, arkasında bizler, pavyona girip, bir masaya oturduk. Masaya konsomatris kadınları çağırdı. Hepimize bira söyledi. Çalan müziği dinleyip, etrafa bakıp eğlenerek birkaç saat geçirdik. Vakit gece yarısına yaklaşırken de Muhlis Bey "Kalkma zamanı geldi" dedi ve garsondan hesabı istedi.
Garson hesabı getirince Muhlis Bey cebinden bir dolmakalem çıkartıp, hesabı imzaladı. Garson şaşkın, "Beyefendi, hesabı rica edeceğim" dedi. Muhlis bey öfkeyle "İmzaladım ya" diye tepki gösterdi. Garson pavyonun şefine gitti ve daha sonra masaya gelen şef "Beyefendi lütfen hemen hesabı ödeyin" dedi. Bunun üzerine Muhlis Bey ayağa kalktı, "Benim imzamı tanımayan bir yerde bir dakika bile durmam" diye bağırıp, çıktı gitti.
Başımızda garsonlar, biz çocuklar orada öyle kalakalmıştık. Sonuçta aramızdan biri taksi ile evine gidip babasından para aldı ve dönüp hesabı ödedi. Barda rehin kalan bizleri de böylece kurtardı. Sabaha karşı evlerimize döndük.
Ertesi gün akşamüstü bir duvarın üzerine oturmuş geleni geçeni seyrederken, Muhlis Bey yine geldi yanımıza, sağ eliyle çenesini tutup, ensesini yine esnetti ve "Dün gece o pavyondakileri nasıl benzettiğimi gördünüz değil mi" dedi.
Bugün "Bu memleket elbet bir gün bizim de elimize geçecek" diye söze başlayıp, Amerika'ya ve Avrupa'ya rest çeken, kendisinden farklı olanları nasıl yok edeceğini anlatan, evrensel tüm gerçekleri reddeden politika heveslilerini görünce hep o Muhlis Bey'i hatırlarım.
Neyse... O geceden sonra yıllar geçti. Cumhuriyet'te gece sekreteriydim. Sayfaları vermiştim. Gece yarısını geçe yazı işleri odasına bir sarhoş Amerikalı ve arkasında bir bıçkın taksi şoförü girdi. Amerikalı bir bana, bir odaya baktı sonra iki elini başına götürüp "Oh my God" (Aman Allahım) diye söylendi. Konuşunca anladım ki kaldığı otelde önce kafayı çekmiş. "Cumhuriyet Pavyonu"nun tanıtım broşürünü görünce de bir kağıda "Cumhuriyet" yazıp taksiye binmiş ve şoföre kağıdı vermiş. Şoför de Cumhuriyet gazetesine getirmiş adamı.
Şoföre bu Amerikalıyı Cumhuriyet Pavyonu'na götürmesi gerektiği anlatırken, yıllar önce orada Muhlis Bey'le geçirdiğimiz macerayı hatırlayıp gülmüştüm.