Bazıları nedense "Değişim"den ve hele "Değişime uyum"dan söz edilince çok kızıyorlar. Oysa en durağan, en statik görünen olgular bile, içlerinde değişimin filizlerini taşır.
Alalım şu "Jeopolitik" konumumuzu.
"Jeopolitik", coğrafya ile politikanın birlikte oluşturdukları bir sinerji gibidir. Bir ülkenin coğrafyasının politik değeri, o coğrafyada siyaset yapanların, yurt ve dünya şartlarını iyi değerlendirmeleri, vizyon sahibi olmaları ve değişimin dışına düşmemeleri durumunda artar.
Eğer bir ülkenin yöneticileri iç ve dış konjonktürdeki değişimi iyi algılayamazlarsa, o ülkenin jeopolitiği, o ülkenin başının belası da olabilir. Veya bir dönemde büyük değer ifade eden bir jeopolitik, bir dönem sonra değersiz hale de gelebilir.
Tarih de bugün de bunun sayısız örnekleriyle dolu değil midir?
Bir de "Zaman" faktörü var değişim olgusunun içinde.
Siz isteseniz de istemeseniz de, değişim her alanda gerçekleşir ve bu size çeşitli biçimlerde yansır. Burada zaman faktörünü değişime uygulamak, sizin elinizdedir.
İsterseniz, değişimin getirdiği sonuçları daha yavaş geçen bir zaman süreci içinde algılarsınız ve değişime uyum için atılması gereken adımları yavaşlatabilirsiniz. Bu durumda çift zamanlı bir dünyada yaşıyormuşsunuz gibi olur. Sizin de içinde bulunduğunuz coğrafyada değişim bütün etkilerini göstererek sürmektedir. Ama siz bunları şimdilik görmezden gelmektesinizdir. Bu değişim sizi de etkiler ama, siz bunların varlığını bile bile bunları yok sayarsınız.
Tabii bu durumda değişimin getirdiği sorunlar birikip, birer kriz kaynağı olur.
Doğru olan değişimin içindeyken, sizin zamanı hızlandırmanızdır. Yani değişimin varacağı noktayı önceden görüp, sorunlar çözülebilir haldeyken, bunları yeni koşullara uyarlayacak kararları alırsınız. Bunun için düşünce üretimini sağlayacak özgür tartışma ortamının var olması, bu düşüncelerin ülke siyasetine ve yönetimine yansımasını mümkün kılan iletişim kanallarının açık bulunması ve bilgili, birikimli, yürekli, vizyon sahibi kadroların ülkenin kaderinde söz sahibi kılınması gereklidir.
Bunu başardığınız takdirde siz zamanı hızlandırabilirsiniz. Değişim sizi sürüklemez, siz değişimi yönlendirirsiniz.
Bütün bu anlatmaya çalıştığımız gerçekler açısından Türkiye jeopolitiğini de zamanını da ne yazık ki hep gecikerek değerlendirmiş bir ülkedir.
Türkiye'de Kürt vatandaşlarımızın sayısı henüz 5 milyonu bulmamışken biz bunlara Türkçe öğretemedik. Okuma yazma oranı, bütün yurtta yüzde 50'lerdeyken, bu rakam Güneydoğu'da daha dramatik oranları yansıtmıyor muydu?
Veya Kıbrıs'ı çok kolay kalıcı ve adil bir siyasi çözüme kavuşturabileceğimiz zamanları yavaşlattık ve şimdi AB üyesi olmuş Kıbrıslı Rumlar karşısında, AB üyeliği için müzakere masasına oturmuş bulunuyoruz.
Yahut şu enflasyonu, bundan 20 yıl önce de tek rakamlı düzeye indirebilirdik...
İç ve dış politikamızda "Soğuk Savaş"ı ebedi bir süreçmiş gibi algılamadık mı? Demokrasiyi yorumlarken hâlâ 1930'ların şartlarını "Devr-i Saadet"miş gibi sunmuyor muyuz?
Bu konulara devam edeceğim. Çünkü Türkiye giderek "Yönetilmesi zorlaşan ülke" görünümüne girmekte. Gerçekten bir "Dünyayı algılama devrimi"ne ihtiyacımız var gibi görünüyor.