Ailede de, toplumda da, sporda da ve her yerde de, insanların farklı rolleri, farklı işlevleri vardır. Geçenlerde Galatasaray'ın yurtta ve dünyada şampiyonluklara taşındığı dönemin unutulmaz Başkanı Faruk Süren'le sohbet ediyorduk. Ona, futbol dünyasının güncel tartışma konularından birine ilişkin soruyu sordum:
- Sana göre Hakan Şükür son dönemde neden gol atamıyor?
Faruk Süren hemen cevapladı bu sorumu:
- Hakan Şükür'ün işlevi karşı takımdaki en az üç oyuncuyu peşine takıp onları etkisiz kılmaktır. Böylece karşı tarafın savunmasında boşluk yaratıyor, takım arkadaşlarına yollar açıyor. Bu işlevini de en mükemmel şekilde yapıyor. İyi bir pozisyonda ayağına top gelirse onu da gole çevirir. Çok yetenekli, disiplinli bir futbolcu o. Ama eğer golcü futbolcu kimdir diye bir isim sorarsan benden, buna örnek olarak Tanju Çolak'ı verebilirim.
Bütün toplumsal örgütlenmelerde (Devlet buna dahil) ve takım oyunu gerektiren birlikteliklerde, kimin hangi işlevin sahibi olduğu bilinirse, yaşam kolaylaşıyor.
Amerikan polisiye filmlerinde görmez miyiz mesela.
Bir zanlıyı sorgulayan polislerden biri, sorgulanan kişiye sert davranır. Diğer polis ise, şefkatli ve yumuşak adam rolünü oynar. Bu önceden hazırlanmış senaryonun uygulanmasıdır. Böylece zanlı, polislerden birine kendini yakın hissedip konuşmaya başlar.
Çok ortaklı şirketlerde de bu tür rol ve işlev dağılımları yok mudur? Bir ortak sosyal ilişkileri sürdürürken, diğeri üretimi veya pazarlamayı üstlenir. Bu işbölümü sağlıklı yürütülürse, şirket büyür. Eğer şirket sahiplerinin ikinci kuşağı babalarının gerçekleştirdiği bu işbölümünü aralarında kuramazlarsa, şirket bölünür, küçülür. Devletin ve toplumun kurumları ve aktörleri de böyle bir işlev paylaşımı içindedir.
Mesela kimileri " Komplo Teorileri " yapar. Kimileri de doğrudan o komploları yapar. Komploları yapanlarla, komplo teorilerini yapanlar bir araya gelirse, oyun bozulur. " Teori " bir anda " Provokasyon "a dönüşür.
Siyasi partiler de, bu tür farklı işlevleri yüklenirler aralarında.
Örneğin Özal'ın kurduğu ANAP, 12 Eylül askeri müdahalesine anti-tez olarak ortaya çıkmıştı. Evren 1983'te seçime bir gün kala " İlle de bizim kurdurduğumuz MDP'ye oy verin " doğrultusunda bir konuşma yapınca, ANAP tek başına iktidar olabildi.
Oysa 28 Şubat post-modern askeri müdahalesinin Başbakanı Mesut Yılmaz, bu dönemin siyasi dayanağı da ANAP oldu.
Hatırlarsınız. Başbakan olduktan sonra Mesut Yılmaz " Benim kimseye diyet borcum yok " diye bir demeç vermişti.
O dönemi içinden yaşayanlardan biri anlattı. Bu demecin ertesindeki MGK toplantısında, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları, Başbakan Yılmaz'ın uzattığı eli sıkmayıp, ellerini arkalarında tutuyorlar. Yılmaz da bu toplantıyı terk edip, Başbakanın elini sıkmayan generallerin emeklilik kararnamesini hazırlayacak yerde, bir şey olmamış gibi yerine oturuyor.
Siyaseti derinden bilen bir dostum bu olayı yorumlarken şöyle dedi:
- Mesut Yılmaz MGK'yı terk edip, generallerin emeklilik kararnamesini hazırlasaydı ve sonra erken seçim kararı alsaydı, ANAP tek başına iktidar olurdu.
Başta da söylediğim gibi, toplumsal bütün ilişkilerde herkes kendisinin ve yönettiği kurumun işlevini bilmelidir.